Dün Haşmet UZAR aradı.
“Doktor; zamanın var mı, seni şöyle bir dolaştırayım” dedi.
Ne zaman” dedim
“yarın sabah” dedi.
Baktım zamanım müsait, hem de haşmetin bu günlerdeki düşüncelerini de merak ediyorum, biraz dolaşmada yarar var diye düşündüm. Sabahın saat beş buçuğunda aradı. Kalktım, sabahın serinliği geceden hanımın açık bıraktığı pencereden dolmuş içeri. Ortalık aydınlanmış ve kuş sesleriyle dolmuş. Kanaryası bülbülü, sakası, ambar kuşu, serçesi, cırtlık kuşu, kırlangıcı hepsi bir ağızdan melodiler döktürüyorlar. Kırlangıçlar çok yetenekli Pilotlar gibi çamurlanmış su birikintisinin kenarına dalışlar yapıyorlar. Bir kısmı da çamurluğun kenarında ha bire gagalarıyla çamur alıp havalanıyorlar. Hayret ediyorum. Kırlangıçlar yere konmaz diye kalıp bir düşünce var aklımda. Ama konuyorlar işte. “Beynime böyle bir şey nereden girdi acep” derken; “böyle daha ne kadar çok yanlış kalıbım vardır acaba” diye şüpheleniyorum.
Haşmet; Kumru’nun girişinde köprünün karşısındaki ıhlamurlu kahvedeki ıhlamurun altına oturmuş çayının yarısını yudumlamış. Beni görünce hem ayağa kalktı hem de kahveciye
“bir çay daha” diye seslendi.
Yavaş-yavaş ona doğru yol alırken derenin şırıltısının ortamı saracak kadar güçlü olduğunu fark ettim. Demek ki su çoğalmış diye düşündüm, mevsimin bu zamanlarında ne zaman yağmur yağacağı falan belli olmaz belki gece yağmıştır. Duvarın dibinde yükselen akasyanın çiçekleri açmıştı. Belki güneş tam ısıtmadığından kokuları belli belirsiz geliyordu. Biraz ötelere doğru bakınca o malum manzaralar dikkatinizi çekiyordu.
” Geeel doktor, iyi sabahlar, nasılsın” diye peş peşe sıraladı cümleleri.
“ İyiyim, iyi sabahlar, ya sen nasılsın Haşmet, seni iyi gördüm, hayrola sabahın bu saatinde ne iş” dedim.
“Dur hele bir, çayını iç önce, daha çok vaktimiz var, konuşuruz” dedi.
Demir bacaklı, üzeri beton kaplı, örtüsü eski masada, tam haşmetin karşısındaki boş sandalyeye oturdum. Tahta kaplı ağır demir sandalyenin serinliği tüm vücudumu kapladı. Beni ürpertti. Haşmetin alnının tam ortasında iki kaşının arasındaki genel hırçın karakterine zıt “savaşa hayır” işareti şeklini almış, deri kıvrımları belirgin ancak yeşil gözlerine bir sıcaklık oturmuştu.
Sabahın serinliğinde buğulayarak nefis taze kokusunu salan çaylarımızı yudumladıktan sonra bana bakarak
“Birer daha içelim mi” dedi.
Ben “hayır” anlamında kafamı sallayarak cevap verdim.
“Haydi, öyleyse bin arabaya” dedi.
1994 diye tahmin ettiğim beyaz Renault broadway arabaya bindik.
“Şimdi” dedi
“Eski yoldan, Fatsa üzerinden orduya kadar gidip yeni yoldan geri dönüp buradan Pesgüden’de balık yedikten sonra yaylalara çıkacağız uygun mudur” dedi.
Omzumu “fark etmez” anlamında silktim. O da zaten cevabı biliyormuş gibi beklemeden arabayı hareket ettirdi. Yüzünün sağındaki Antep çıbanı sekel izi daha belirginleşmişti. Hem yola bakıyor hem de kaçamak bakışlarla bana olan ilgisini devam ettiriyordu.
“Doktor” dedi.
Biraz ara verdi ve derin bir nefes aldı.
“Sence Müslüman ne demektir.”
Aslında sabahın köründe böyle bir soruyla karşılaşmak istemezdim. Niye bana soruyordu. Müslüman’ın ne olduğu konusunda fikir söyleyebilecek kadar bilgi ve görgü sahibi miydim? Yoksa Haşmet’in sabahın bu saatinde şiddetine mi muhatap olacaktım.
“Ya haşmet bırak bu işleri, zaten senin bu konularda yazdıklarını da doğru bulmuyorum” dedim ve devam ettim.
“Bu konularda konuşmanın ve yazmanın bazı sıkıntılar doğuracağı açık değil mi. Dünyanın çeşitli yerlerinin İslam anlayışı farklı. İnsanlar bu anlayış farklarını olmazsa olmaz olarak algılayıp farklı sonuçlara ulaşıp radikal kararlar üretebiliyorlar. Dünyanın bir yerindeki doğru başka bir yerinde yanlış olabiliyor.”
“Sana, benim yazdıklarımı doğru bulup bulmadığını sormuyorum” dedi Haşmet.
” Ben yalnızca Müslüman deyince senin aklına nasıl bir çağrışım geliyor onu merak ettim” dedi.
Baktım iş ciddi. Aslında beni önceden planladığı bir konuşmanın içine çekmek istediği belliydi. Ancak bende haşmetin tuzağına düşmeyecektim, kararlıydım. Yol kenarlarında mevsimin bu zamanında yemyeşil fındık bahçeleri, bahçelerin içinde kimileri Çiçek açmış ve yeşillenmiş meyve ağaçları, bahçelerin altında rengârenk çiçekler ve mevsimin ayrılmaz parçası dantel gibi çiçekleriyle akasyalar. Yol Fatsa’ya kadar olan kısmıyla kıvrılıp akan dereyi takip eder, bazen kayboldu gibi görünse de yeşil yapraklar arasına gizlenmiştir. Haşmet kaçamak bakışlarıyla beni süzüyor alamadığı cevabı nasıl alacağının planını yapıyordu.
“Eee” dedi haşmet, sabırsızca cevabı beklediğini belli edercesine.
Bende ön koltuk sanki darmış ben sığamıyormuşum biraz sallanırsam sığacakmışım gibi kendimi ırgalayıp yerleştim.
“Beni bırak” dedim.
“Sen ne düşünüyorsun?”
“Kusura bakma ama Her zamanki gibi kıvırıyorsun sayın dostum” dedi.
Ve hiç aksatmadan devam etti.
“Peygamberimize Müslüman nedir diye sormuşlar, oda elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği kişidir” demiş. Bu günkü gezimizin amacı da bu sevgili dostum; bu” dedi.
“Seninle bu gün yaklaşık iki yüz elli kilometre kadar yol yapacağız bakacağız buralarda elinden ve dilinden başkalarının zarar görmediği kimler varmış.”
“Sokakta gezenlerimize kem gözle bakıyorlar, esnafı ranta ve faize bulanmış, dedikodu yalan ve iftira almış başını gidiyor.”
“Tüm bunları kim yapıyor? Bizim yüzde doksan sekizi Müslüman dediğimiz halkımız.”
Şu geçtiğimiz yeşil alanların kenarında ki pisliklere bak, demek ki insandan başka doğa bile bunların elinden zarar görüyor. Dere içindeki balık bunların kanalizasyonlarını bu tertemiz dünyaya dökmeleri sonucunda zarar görüyor. Gürültüyle açıyorlar hoparlörleri dillerinden herkes zarar görüyor. Yaylaları işgal ettiler börtü böceği, kurdu kuşu bunların ellerinden zarar görüyor. Kocaman kentlerinin bütün pislikleri denizlerimize akıyor. Evlerinden çıkan dumanlar havamıza zarar veriyor. Yaptıkları yargısız infazları, dedikoduları, ahlaksızlıkları aklımıza zarar veriyor. Vurdumduymazlıkları her şeyimize zarar veriyor. Söyle bakalım şimdi sence Müslüman nedir.”
Rahatlamıştım. Derin nefes aldıktan sonra gevşek bir sesle
“Haklısın bu dediklerine katılıyorum. Bu tanımlama benim içinde kabul edilebilir” dedim.
“Evet, gerçekten insanlarımız genelde yaptıklarıyla düşündüklerinin tersi oluyorlar hep” dedim.
Haşmet’le olan gezimiz Kumru ve Korgan obaları dâhil tüm yaylalar ve deniz kenarı boyunca sürdü. Ben bu geziden çok keyif aldım. Memleketimi ve insanımı yeniden tanımak tanımlamak fırsatı buldum.
Sizler de bu gözle bir kez değerlendirirsiniz umarım.
“Elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği kişi ya da kişiler”
Hadi hayırlısı.
KAYNAK : WWW.KUMRU.TV