SABIR ÇİÇEKLERİ ANNELERİMİZ-ELLERİ NASILRLI ANNELERİMİZ/ *Muammer ORTAERİ


MERHABA DOSTLAR! BUGUNLER’DE TARİFSİZ ACILAR İÇİNDEYİM. ÇÜNKÜ TAM SABIR VE METANET ÖRNEĞİ OLAN ANNEMİ YİTİRDİM. ANNEM VE ANNELERİMİZ YÜREĞİ ALLAH SEVGİSİ RESULLAH SEVGİSİ OLAN ANNELERİMİZ HAYATLARI BOYUNCA NAMUS ŞEREF VE EVLATLARINA HELAL EKMEK YEDİRMEK İÇİN ÇALIŞMIŞ ÇALIŞMIŞ SABAH EZANININ ÜSTÜNE OKUTMAMIŞ ANNELERİMİZ BENİM ANNEM BÖYLE BİR İNSANDI.

KURCA AĞAÇ YAYLASINDAN ERİCEK YAYLASINA ORDAN GEBEKSEDE OLAN ARAZİMİZİ İNSAN ÜSTÜ GAYRETLEN ÇALIŞAN EVLATLARINI İYİ YETİŞTİRMEK İÇİN EVLATLARINA HELAL EKMEK YEDİRTMEK İÇİN ÇALIŞAN NAMUS VE DÜRÜSTLÜK TİMSALİ ANALARIMIZ İŞTE BÖYLE BİR ANIM VARDI. DÜĞÜNLERDE AŞÇI CENAZELERDE OKUMUŞ OLDUĞU İLAHİLERLE VE OKUMUŞ OLDUĞU KURAN’LAR LA KOMŞULARIMIZA YAPMIŞ OLDUĞU HİÇ BİR KARŞILIK ALMADAN GÖREVİNİ ALLAH RIZASI İÇİN YAPAN ANAM İŞTE BÖYLE BİR ANAYI KAYBETTİM.

ONLARCA GENCİN EVLENMESİNE VE ONLARIN DÜĞÜNÜN DE HİÇ BİR KARŞILIK ALMADAN AŞÇILIK YAPAN İYİLİK TİMSALİ BİR ANAYI KAYBETTİM. KÖYÜMÜZÜN KIRK YAŞIN ÜSTÜNDEKİ İNSANLARIN NEZAKET YENGESİNİ KAYBETTİM. KISACASI DOSTLAR BABAM ÖLDÜĞÜNDE TARİFSİZ BİR ACI HİSSETMİŞTİM. ANNEM ÖLDÜĞÜN DE DÜNYANIN BANA YIKILDIĞINI HİSSETTİM. İŞTE ŞİMDİ DÜNYA DA YAPA YALNIZ OLDUĞUMU HİST EDİYORUM.

ANNEM İKİ BUCUK SENEDİR YATALAKDI HAFIZASI BAZEN GELİR BAZEN GİDERDİ AMA BANA SOLUK ALMASI DAHİ YETİYORDU. ŞİMDİ ARTIK SOLUĞU DA YOK İŞTE DOSTLAR DÜNYA DA YAPA YALNIZ VE ÇOK MUTSUZ OLDUĞUMU ANLADIM. BİZİM BÜTÜN TESELLİMİZ YARADANA SIĞINMAKTAN BAŞKA HİÇ BİR ŞEÇENEĞİMİZ OLMADIĞINI KAVRIYORUM.

ÇÜNKÜ İNSANLAR DOĞUYORLAR BÜYÜYORLAR YAŞLANIYORLAR VE SONRA YARADANA GERİ DÖNÜYORLAR. TEK GERÇEK BU.

İNSAN YAŞADIĞI SÜRECE HAYATINI KAZANIRKEN ÇOK DİKKAT ETMESİ GEREKİYOR. BU DÜNYA DA MİSAFİR OLDUĞUMUZ GERÇEĞİNİ KABULLENMEMİZ VE ONA GÖRE YAŞAMAK ZORUNDAYIZ. BENİM ANNEM VE BABAM BU DOĞRULTUDA YAŞIYAN İNSANLARDI. YARADANDAN KORKAR RASULULLAH EFENDİMİZİN KARŞISINA BOYNU BÜKÜK GİTMEMEK İÇİN YAŞADIKLARI BU DÜNYADA HEP HELALİN HEP HELALİN MÜCADELESİNİ VERDİLER. TAM RAHAT EDİCEKLERİ ZAMAN DA HASTALIK VE YAŞAM MÜCADELESİ İÇİNDE OLDULAR. ÇÜNKÜ HEP ÇALIŞTILAR HEP ÇALIŞTILAR HEP ÇALIŞTILAR. O ÇALIŞMAYA RAĞMEN ÇALIŞTIKLARI ALIN TERLERİ MEVCUT UŞAK ZİHNİYETLER TARAFINDAN EMEKLERİ HEP ÇALINDI. BU DÜNYADA NAMUSLA ÇALIŞMAK AÇLIĞA TALİM ETMEK DEMEKDİ.
HAYATIN YÜKÜNÜ DAHA FAZLA TAŞIYAMIYAN BEDENLER BİR GÜN İFLAS EDİYOR. TABİKİ İŞTE İNSANIMIZIN İŞTE ANNELERİMİZİN VE BABALARIMIZIN BÜTÜN ALIN TERİNLERİNE RAĞMEN YAŞADIKLARI DIRAM. ÇÜNKÜ EMEKLERİ ÇALINDI HAYATLARI BOYUNCA, ÇÜNKÜ ÜRETTİKLERİ TEK ÜRÜNÜ OLAN FINDIK İÇDEKİ SPEKÜLATÖR’LER TARAFINDAN EMEK HIRSIZLARI TARAFINDAN HEP ÇALINMIŞTIR.

SİYONİST UŞAKLARININ İNSANIMIZA VERDİĞİ DEĞER ANNELERİMİZ SABIR ÇİÇEKLERİ ANNELERİMİZ EVLATLARININ BOĞAZLARINDAN BİR LOKMA HARAM GEÇİRMEYEN ANNELERİMİZ. SİZLERE HİÇ BİR ZAMAN HAKLARINI HELAL ETMİYECEKLER.

KUMRU TV’DE ACIMIZI PAYLAŞAN DOST GİBİ DOSTLARA SELAM OLSUN. HOŞÇAKAL SEVGİLİ DOST LAR. MUAMMER ORTAERİ/KUMRU

*******************

KUMRU YAZARLARINDAN kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

KUMRU TV’DE İLGİNÇ BİR YAZI

Kumru.tv internet sitesi KUMRU TV imzalı ilginç bir yazı yayımladı. Çamdan kavaktan ifadeler içersinde “Kumru’da kısa gündem konularına ”yer verilen yazıda “Meslek yaşamı boyuncu, hep gösterilenin dışında gösterilmeyen “giz”leri yönelik eğilimimiz yüzünden zaman zaman kendimi de eleştirdiğim olmuştur.” Denildikten sonra, yazının bir başka yerinde

“Ne yazik ki; bu ülkede tarafları ve safları bazen farkında olmadan biz belirliyoruz. Belki bir intikam alma duygusunun bilinçaltı olarak yorumlanması gereken bu hal ve davranış, zaman zaman bir çok yerde şahsen yüzünü göstermiştir bana. Ama ben bu konularda biraz “kaşar” olduğum için, artık beni böyle “basit” durumlar etkilemiyor ifadeleri ile devam eden yazı da

“Bazen, bazı dostlarımın dahi bile, çok sık olarak bana; “Hesabın ne” sorusunu yöneltirken, kendimi ifade edememin sıkıntısını çekiyorum.” İfadeleri yer aldı.
http://www.kumru.tv/ internet sitesinde yayınlanan bu ilginç yazının tamamını okumak için http://www.kumru.tv/yazar.asp?yazarid=76&yaziid=141 tıklayınız…

KUMRU YAZARLARINDAN kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

BİZ HİÇ’İZ…İLHAN TİNCİ/http://www.habernews.com

Siz bu ülkede yaşadığınızın farkında mısınız?
Bu ülkede; başını kuma gönen hangi tür bir yaratık olduğumuzu hiç düşündük mü? Ben düşündüm ve yaratık sınıflarından hiç birisine dahil olmadığımı gördüm.

Bu güne kadar yazdıklarımın ise ne kadar isabetli ve ne kadar yerinde olduğunu gördüm. Ama bunlar benim mutlu olmamı hiç mi hiç sağlayamadı. Bu çerçeveden baktığımda hep söylediklerimin ve yazdıklarımın yanlış olması beni ve bu ülkeyi, yaşadığım şehri mutlu ve geleceğe umutlu bakan bir kriter olarak gösterebilirdi!

Hep şunu söyledim ve belki ömrümün sonuna kadar da yine aynı şeyi söyleyeceğim: Bu ülkeyi ne biz yönetiyoruz, ne de bizim değerlerimizin bir önemi var.

Hep birilerinin zırt deliği olduk.

Dün de böyleydi, bu gün de böyle, yarın da öyle olacak! Çünkü biz, ahmak, bön, münafık, aşağılık, birilerinin cebinde beş para görünce namusumuzu bile hiçe sayabilecek bir sürü haline getirilmişiz.

Hep bu sürünün içinde yer almamak için yıllardır gayret sarfettim. Gayri ne çare…

Yüz yıl önce kaptırdığımız yakamızda, “benim inandığım tanrı para”dır rozetini atabilecek ne yazık ki hiçbir varlık sahibi yokmuş bu ülkede. Buna sağcısı-solcusu, partisi- pulcusu, yolcusu-yolsuzu, öğretmeni-memuru, din tacirleri ile milyonlarca insan tipi de dahildir.

Her köşe başı tutulmuş; biri ticaretini kaybetmemek adına sessiz, diğeri 657 zırhında, öteki makamını kaybetmemek için, beriki taraf.

Bir tarafta; CHP, DSP, Anayasa, Hukuk, Ordu, Asker, Mafya, Çete, Masonlar, Bankalar, Finans Kurumları, vs

Diğer tarafta, ben, biz, onlar….

Dünya’daki bütün bölücü ve bölgeci, yerel ve ulusal tüm illegal oluşumların ardında, kişisel karşıtlıkların uyum bulduğu bir antidüzen oluşumları yatmaktadır.

Kişi kendine en yakın oluşumun içinde yer alıyor. Kendini yetiştiremedi ise, yetiştiğine inandığı bir birey-fert, veya bu grup seçiyor ve düşmanımın düşmanı dostumdur zikri ile kendine yeni bir, inançları ile bağdaştırabildiği, kişiliği ile uyumsallaştırdığı, gelenekleri ile sentezlediği bir ucube yaratık ortaya koyuyor.

Bu tanım, bu ülkenin nerede ise yüzde 90’ına tekabul edecek!

Ben bu ülkede yaşamaktan utanmadan, bu şehirde bulunmaktan çekinmeden, yapılan tüm haksızlıklara, düzenbazlıkları dedikodulara karşı başımı da ortaya koyarak “başkaldırıyorum” demeden, ne benden, ne senden, ne de bizden bir nesne olur.

İşte bozuk düzenimiz…

Hani bağımsızlığımız, hani Kurtuluş Savaşımız!

Nerde, bir neferimizin bir dünyaya bedel olduğu efsane!?

Hani ardına çil-çil kubbeler serpen ordu?

Daha doğrusu biz; Anayasa’nın, Ordu’nun, İslam’ın, ABD’nin, İsrail’in, Masonların, Hukuk’un, Partilerin, Sermayenin,Türkiye’nin, onun-bunun neresindeyiz?

Eğer çoğunluğun sesi “hiç” ise, devasa gibi görünen ama kortukları zaman başını kuma gömen (!) yaratıklardan olmamak için, “hiç”lerin bir başkaldırısı olmak ne güne duruyor ki…

Bu bozuk düzene, bu hukuka, bu ülkenin yönetim şekline, sermaye yönetimine, ağalara-paşalara, münafıklara, İslam olmayan ama dürüst geçindiğini ima eden riyakarlara;

Gerek fikren, gerek zikren Başkaldırıyorum….

Bu ülkeden giderim ama bu deveyi gütmem…
kaynak: http://www.habernews.com/yazar.asp?yazarid=16&yaziid=926
http://www.kumru.tv

KUMRU YAZARLARINDAN kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

KUMRU’YA KATKI YAPANLARI ALKIŞLIYORUM!/ ABDULLAH SAYGI

Merhabalar, Selamlar, Saygılar, Hürmetler Olsun…Ziyaretçilere 1–2 diye sunduğun yazılarının kendini bilen ve akli melekesi olan biri için gereksiz olduğunu buradan iletmek geldi içimden. Neden derseniz? Öncelikle seni ve senin gibilerinin görevini soranlara yine Kumrulu olup uzaklarda yaşayan bir Kumrulu kızımız minik Nihal özgülden görevini ve mesleğini anlatan dizeleri yazmak isterim.

“SENİN SAYENDE UMUT ARIYORKEN BANA BAKAN GÖZLERDE SEN TUTTUN MİNİK ELLERİMDEN SEN TAŞIDIN BENİ AYDINLIĞA DÜNYAYA GÖZLERİMİ AÇMIŞ GİBİYDİM YENİDEN. IŞIK TUTTUN YARINIMA ADIM ATTIM GELECEĞE DOĞRU ELİM KALEM TUTTU SAYENDE SENİN SAYENDE ÖĞRETMEN OLDUM. ŞİMDİ BENDE ÖĞRETMENİM BENİMDE ÇOCUKLARIM VAR IŞIK OLDUM TEMİZ KALPLERİNE ARTIK HEPSİNİN BİR UMUDU VAR. EN GÜZEL BAHÇESİNDEYİM HAYATIMIN ŞİMDİ EN GÜZEL BAHARIN EN GÜZEL ÇİÇEKLERİ BENİM BAHÇEMDE ONLAR IŞIĞI YARINLARIN. SENİ ANIYORUM YİNE 24 KASIMDA SENSİN BENİ BU GÜZEL GÜNE ULAŞTIRAN ÇOCUKLARIMIN GÖZLERİNDEKİ IŞIK ŞİMDİ BANA EN GÜZEL ARMAĞAN. “Nihal ÖZGÜL

Evet, dostlar ağalar beyler kardeşler bizler ki yılın 12 ayında en fazla 15 gün fırsat bulup memlekette özlem gidermeye çalışanlar için hiçbir engel olmadan bedel ödemeden hatta ve hatta bizlere kendi kişisel fikir ve düşüncelerimizi özgürce anlatım iletim imkânı veren sunan bir siteyi hazırlayıp her türlü ortam ve durumda bizlere sunan Sayın: Bekir Hocamızı öncelikle tanımak gerekir. Eleştirirken kimdir? Ne iş yapar? Nerelidir? Nerden gelmiş nerde iş yapmış nerelerde iş yapmaktadır? Görevi nedir? Bilerek atıp tutmak gerekir.

Hiç bir kimse bir başkasının verdiği, hizmete ekmeğinin hakkını vermiyor deme lüksüne, hakkına sahip değildir. O zaman sormak gerekmez mi eksik yönleri dahil buyurun neden sen yapmıyorsun diye?..

Evet Bekir hocam ziyaretçilerin dikkatine diye kaleme almış olduğun açıklamalarını okudum ama gereksiz buluyorum. 4 madde değil 114 madde olarak da açıklama yapmış olsan anlamak istemeyenler anlamayacaktır.

Bende acizane ara sıra yazılar kendimce maillerimden alıntılar ile iletiler gönderiyorum. Yeri geliyor yayınlanıyor, yeri geliyor yayınlanmıyor. Neden sorusunu cevabını bende araştırdığım zaman kontrol mekanizmasının çalışmaması halinde sonucu nereye gider onu tartmak zordur. Bizler bir anlık öfke bir satır yazının içeriğinden oluşan duygusallıkla aşırı uç fikirlere yorumlara ulaşan yorumlar yapabiliriz. Biz kendimizi ifade ederken savunulacak duruma düşmememiz için her yazılanın yayınlanmaması doğru olandır diye düşünüyorum.

Kumru’yu her yönüyle tanıtmaya, ismini duyurmaya, insanına kendini ifade özgürlüğü ve takip edene kendinden bir hatıralarının bulunduğunu ileten gösteren siteye emeği geçenlere yürekten minnet duygularımızı iletmemiz gerekir. Bu yoğunlukta ve değerde maddi karşılıksız hizmet yapabilen var ise buyursun Kumru yerinde hizmetini görelim derim. Ucuz laf kalabalığı yerine kim, neden, nerden, niçin, niye, kime hizmetle bu site faaliyet yapıyor yap araştırmanı beğenmedi isen sağ klik yapıp kapat deyince olay biter.

Bir şeyi görmeden önce bakmak lazım. Ben 3 yaşındaki evladıma memleketi bu sitede resimlerde afişlerden bakarak anlatıyorum. Havasını suyunu dağını düzünü anlatmaya çabalıyorum. Çünkü unutamıyorum.

Ayakta kara lastik sırtta odun çeken anaları iki büklüm olmuş kucağında bebesi sırtında mısır bağını veya Özbek deresinden odunu yüklenmiş sabahın karanlığında çalışan neneleri dedeleri unutmak istemiyorum. Dedemi, Babamı, Anamı, Ağamı, Gardaşımı, velhasıl Kolu Komşuyu unutmak istemiyorum, Unutamıyorum.

Bu sebepledir ki Evladımın da bu değerlerden beğenilir beğenilmez alacağı çok hislerin olduğuna varlığına inanıyorum. Kumruda yaşayan için bu sözler laf salatası diye gelir ama yaşamak gerekir. Bu duyguları hissetmek gerekir. Nerde boynu bükük bir garip görsen. Hor görme kim bilir ne derdi vardır. O garip halinde ne sırlar gizli. Belki benim gibi bir sevdiği vardır. Değerli bir sanatçımız hislenmenin anlamını bu dizelerle anlatıyor.

Bizlere bulunduğumuz diyarlarda özlem ve hasretlerimizi dindiren en azından ecdadını evladına anlatabileceğimiz hususlarına bakarak kendi imkânları ile ayakta duran sayın Bekir hocaya ve ona desteğini esirgemeyen Mehmet beye teşekkürler ediyorum. Bu site için görevini yapmadığını söyleyenlere, Düşünenlere Sizlerin kattığı nedir diye soruyorum. Esenlikler diliyorum. Selametle…

Abdullah SAYGI KARACABEY 27.05.2008

KUMRU YAZARLARINDAN kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Odalar kapıları yedi /Adem EYÜPOĞLU

Koca bir malikanenin en küçük odası benimkiydi. Burası benim odamdı. En sevdiğim posterleri astım duvarlarıma. En sevdiğim oyunları raflarıma dizdim. Hatta odam küçük bir havuzu olan yeşil bir bahçeye bakıyordu. Güneş doğduğunda ışıklarıyla ilk benim odamı yıkardı. Bir gün kabına sığmaz oldum. Cılız bedenim irileştikçe odam sıktıkça sıktı beni. Malikanenin kuzeybatısında oturan bay çok bilmişle odamızı birleştirmeye karar verdik. Aradaki duvarları yıkıp, yalnızlıklarımızı arka bahçeye gömdük.

Çekip aldım odama, hayata dair gizemli başka ne varsa. Yan odada oturan şehvetle tanıştım. Hayatım 16’sında ele avuca sığmayan heyecanlara gebe yaşadı. Odamı bu kez şehvetle paylaştım. 10 metrekarelik minik odam gittikçe büyüdü. Boyum uzadı, yaşım ilerledi, bilgim arttı ve bu büyük malikaneyi daha yakından tanıdım. Odam demek istemiyorum çünkü artık 3 kişiyiz.

Odamızın güney cephesinde oturan büyük bir kalabalık en yakın komşumuzdu. Arada bir ‘Gooooooool’ diye bağırıyorlardı. Merakımıza yenildik. Odalar kapıları yediği için bizde odanın duvarlarını yıktık. Artık koca bir aileydik. Bilgi, ihtiras, şehvet, hırs, heyecan, adrenalin, gelecek derken küçücük odam büyük bir hane oldu. Koca bir malikanede daha yıkılacak çok duvar, tanışılacak çok komşu, bilinmesi gereken çok gizem vardı.

Annemin ninnileriyle başlayan müzik aşinalığım, yan komşum oldu. Duvarları, ritim eşliğinde şarkı söyleyerek yaktık. Kulağımdan eksik olmayan ritimle yaşamak oldukça keyifli hale geldi. Heyecanım, merakım hep mutlu odalarla karşılaştırmadı beni, malikanede bulunan güneş görmeyen kör odaları, rutubetten çürümüş yosunlu mekanları gördüm. Hatta iniltisini duyduğumda köşe bucak kaçtığım aç ve hasta dolu odalar keşfettim.

Bir ara boyaları dökülmüş, parkeleri çürümüş, yatacak yatağı iyice eskimiş kapı numarasında fakirlik yazan odaların varlığından haberdar oldum. Ama futbolu, müziği, teknolojiyi ve adrenali o kadar çok sevdim ki her gün moralimi bozan bu tür odaları görmek istemedim.

Aradan yıllar geçti. Küçücük odama sığmayan dev bedenim sonunda, malikanenin neredeyse bütün odalarının duvarlarını yıkmıştı. Benim diyebileceğim bir odam yoktu artık. En sevdiğim posterler yırtılmış, en güzel oyunlarım çalınmış, beni ben yapanlar artık başkalarının olmuştu. Yalnızlığımı paylaşacak birilerini ararken, kalabalıklar arasında yapayalnız olduğumu anlamam uzun sürmedi.

Şimdi ihtiyar bir bunağım. Malikanedeki bütün odaları keşfettim ama beni ben yapan, beni özgür kılan bütün değerlerimi de yitirmiştim. Şimdi bakıma muhtaç odalarda gördüğüm manzaralardan birini de ben yaşıyorum. Elimi tutacak birini aradım malikanede, odamı paylaştığım hiç kimse yüzüme dahi bakmadı. Beni kendilerine benzeten, yalnızlık çukuruna iten bütün çıkış kapılarımı yutan odalarda tutsak kaldım. Odalar kapıları yedi. Bütün duvarları çıkış yolu bulmak için yıktım. Yaptığım tek şey kendimi yalnızlaştırmak oldu. Şimdi lütfen kapısız odalardan çıkmam için bana kendi kapını açar mısın?
Adem Eyüpoğlu /Şair ve Yazar

KUMRU YAZARLARINDAN kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

HAŞMET’LE HASBİHAL…/CEMALETTİN YAKTI/KUMRU TV

Dün Haşmet UZAR aradı.

“Doktor; zamanın var mı, seni şöyle bir dolaştırayım” dedi.

Ne zaman” dedim

“yarın sabah” dedi.

Baktım zamanım müsait, hem de haşmetin bu günlerdeki düşüncelerini de merak ediyorum, biraz dolaşmada yarar var diye düşündüm. Sabahın saat beş buçuğunda aradı. Kalktım, sabahın serinliği geceden hanımın açık bıraktığı pencereden dolmuş içeri. Ortalık aydınlanmış ve kuş sesleriyle dolmuş. Kanaryası bülbülü, sakası, ambar kuşu, serçesi, cırtlık kuşu, kırlangıcı hepsi bir ağızdan melodiler döktürüyorlar. Kırlangıçlar çok yetenekli Pilotlar gibi çamurlanmış su birikintisinin kenarına dalışlar yapıyorlar. Bir kısmı da çamurluğun kenarında ha bire gagalarıyla çamur alıp havalanıyorlar. Hayret ediyorum. Kırlangıçlar yere konmaz diye kalıp bir düşünce var aklımda. Ama konuyorlar işte. “Beynime böyle bir şey nereden girdi acep” derken; “böyle daha ne kadar çok yanlış kalıbım vardır acaba” diye şüpheleniyorum.

Haşmet; Kumru’nun girişinde köprünün karşısındaki ıhlamurlu kahvedeki ıhlamurun altına oturmuş çayının yarısını yudumlamış. Beni görünce hem ayağa kalktı hem de kahveciye

“bir çay daha” diye seslendi.

Yavaş-yavaş ona doğru yol alırken derenin şırıltısının ortamı saracak kadar güçlü olduğunu fark ettim. Demek ki su çoğalmış diye düşündüm, mevsimin bu zamanlarında ne zaman yağmur yağacağı falan belli olmaz belki gece yağmıştır. Duvarın dibinde yükselen akasyanın çiçekleri açmıştı. Belki güneş tam ısıtmadığından kokuları belli belirsiz geliyordu. Biraz ötelere doğru bakınca o malum manzaralar dikkatinizi çekiyordu.

” Geeel doktor, iyi sabahlar, nasılsın” diye peş peşe sıraladı cümleleri.

“ İyiyim, iyi sabahlar, ya sen nasılsın Haşmet, seni iyi gördüm, hayrola sabahın bu saatinde ne iş” dedim.

“Dur hele bir, çayını iç önce, daha çok vaktimiz var, konuşuruz” dedi.

Demir bacaklı, üzeri beton kaplı, örtüsü eski masada, tam haşmetin karşısındaki boş sandalyeye oturdum. Tahta kaplı ağır demir sandalyenin serinliği tüm vücudumu kapladı. Beni ürpertti. Haşmetin alnının tam ortasında iki kaşının arasındaki genel hırçın karakterine zıt “savaşa hayır” işareti şeklini almış, deri kıvrımları belirgin ancak yeşil gözlerine bir sıcaklık oturmuştu.

Sabahın serinliğinde buğulayarak nefis taze kokusunu salan çaylarımızı yudumladıktan sonra bana bakarak

“Birer daha içelim mi” dedi.

Ben “hayır” anlamında kafamı sallayarak cevap verdim.

“Haydi, öyleyse bin arabaya” dedi.

1994 diye tahmin ettiğim beyaz Renault broadway arabaya bindik.

“Şimdi” dedi

“Eski yoldan, Fatsa üzerinden orduya kadar gidip yeni yoldan geri dönüp buradan Pesgüden’de balık yedikten sonra yaylalara çıkacağız uygun mudur” dedi.

Omzumu “fark etmez” anlamında silktim. O da zaten cevabı biliyormuş gibi beklemeden arabayı hareket ettirdi. Yüzünün sağındaki Antep çıbanı sekel izi daha belirginleşmişti. Hem yola bakıyor hem de kaçamak bakışlarla bana olan ilgisini devam ettiriyordu.

“Doktor” dedi.

Biraz ara verdi ve derin bir nefes aldı.

“Sence Müslüman ne demektir.”

Aslında sabahın köründe böyle bir soruyla karşılaşmak istemezdim. Niye bana soruyordu. Müslüman’ın ne olduğu konusunda fikir söyleyebilecek kadar bilgi ve görgü sahibi miydim? Yoksa Haşmet’in sabahın bu saatinde şiddetine mi muhatap olacaktım.

“Ya haşmet bırak bu işleri, zaten senin bu konularda yazdıklarını da doğru bulmuyorum” dedim ve devam ettim.

“Bu konularda konuşmanın ve yazmanın bazı sıkıntılar doğuracağı açık değil mi. Dünyanın çeşitli yerlerinin İslam anlayışı farklı. İnsanlar bu anlayış farklarını olmazsa olmaz olarak algılayıp farklı sonuçlara ulaşıp radikal kararlar üretebiliyorlar. Dünyanın bir yerindeki doğru başka bir yerinde yanlış olabiliyor.”

“Sana, benim yazdıklarımı doğru bulup bulmadığını sormuyorum” dedi Haşmet.

” Ben yalnızca Müslüman deyince senin aklına nasıl bir çağrışım geliyor onu merak ettim” dedi.

Baktım iş ciddi. Aslında beni önceden planladığı bir konuşmanın içine çekmek istediği belliydi. Ancak bende haşmetin tuzağına düşmeyecektim, kararlıydım. Yol kenarlarında mevsimin bu zamanında yemyeşil fındık bahçeleri, bahçelerin içinde kimileri Çiçek açmış ve yeşillenmiş meyve ağaçları, bahçelerin altında rengârenk çiçekler ve mevsimin ayrılmaz parçası dantel gibi çiçekleriyle akasyalar. Yol Fatsa’ya kadar olan kısmıyla kıvrılıp akan dereyi takip eder, bazen kayboldu gibi görünse de yeşil yapraklar arasına gizlenmiştir. Haşmet kaçamak bakışlarıyla beni süzüyor alamadığı cevabı nasıl alacağının planını yapıyordu.

“Eee” dedi haşmet, sabırsızca cevabı beklediğini belli edercesine.

Bende ön koltuk sanki darmış ben sığamıyormuşum biraz sallanırsam sığacakmışım gibi kendimi ırgalayıp yerleştim.

“Beni bırak” dedim.

“Sen ne düşünüyorsun?”

“Kusura bakma ama Her zamanki gibi kıvırıyorsun sayın dostum” dedi.

Ve hiç aksatmadan devam etti.

“Peygamberimize Müslüman nedir diye sormuşlar, oda elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği kişidir” demiş. Bu günkü gezimizin amacı da bu sevgili dostum; bu” dedi.

“Seninle bu gün yaklaşık iki yüz elli kilometre kadar yol yapacağız bakacağız buralarda elinden ve dilinden başkalarının zarar görmediği kimler varmış.”

“Sokakta gezenlerimize kem gözle bakıyorlar, esnafı ranta ve faize bulanmış, dedikodu yalan ve iftira almış başını gidiyor.”

“Tüm bunları kim yapıyor? Bizim yüzde doksan sekizi Müslüman dediğimiz halkımız.”

Şu geçtiğimiz yeşil alanların kenarında ki pisliklere bak, demek ki insandan başka doğa bile bunların elinden zarar görüyor. Dere içindeki balık bunların kanalizasyonlarını bu tertemiz dünyaya dökmeleri sonucunda zarar görüyor. Gürültüyle açıyorlar hoparlörleri dillerinden herkes zarar görüyor. Yaylaları işgal ettiler börtü böceği, kurdu kuşu bunların ellerinden zarar görüyor. Kocaman kentlerinin bütün pislikleri denizlerimize akıyor. Evlerinden çıkan dumanlar havamıza zarar veriyor. Yaptıkları yargısız infazları, dedikoduları, ahlaksızlıkları aklımıza zarar veriyor. Vurdumduymazlıkları her şeyimize zarar veriyor. Söyle bakalım şimdi sence Müslüman nedir.”

Rahatlamıştım. Derin nefes aldıktan sonra gevşek bir sesle

“Haklısın bu dediklerine katılıyorum. Bu tanımlama benim içinde kabul edilebilir” dedim.

“Evet, gerçekten insanlarımız genelde yaptıklarıyla düşündüklerinin tersi oluyorlar hep” dedim.

Haşmet’le olan gezimiz Kumru ve Korgan obaları dâhil tüm yaylalar ve deniz kenarı boyunca sürdü. Ben bu geziden çok keyif aldım. Memleketimi ve insanımı yeniden tanımak tanımlamak fırsatı buldum.

Sizler de bu gözle bir kez değerlendirirsiniz umarım.

“Elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği kişi ya da kişiler”

Hadi hayırlısı.
KAYNAK : WWW.KUMRU.TV

KUMRU YAZARLARINDAN kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

ÇANAKKALE RUHUNA SAHİP ÇIKMAK /Abdullah SAYGI/KARACABEY/BURSA

Dünü bilmeyenimiz yok. Bir Çanakkale ya da Kurtuluş Savaşını bilmeyenimiz yok. Dün olduğu gibi bugün de bu vatanı bölmeye kendi arzu ve emellerine göre yönlendirmeye dünya var oldukça milletler çıkacaktır. Bu hiçbir zaman bitmedi bitmeyecektir. Bizleri bölmek için elinden geleni yapanlara ithafım olsun ki bu vatanın bölünmesi demek her birey için artık evladına hesap verme günü demektir. Dün bizler için bu topraklarda huzurlu bir yaşam hakkı için yapılan mücadelenin sonucunda bizlerin kendi evladımıza verebileceğimiz cevap ne olabilir?

Sizlere Kumru Eskiçokdeğirmen köyünden Karacabey de ikamet eden 8.sınıf öğrencisinin kaydettiği dizeleri de aktarayım. Nihal ÖZGÜL 8. sınıf öğrencisi babası inşaat tepelerinde ekmeğini kazanan ama kızları için evlatları için elinden geleni yapan bir babanın yetiştirdiği kızımız. Kendi yazmış olduğu dizelerde şöyle diyor.

Çanakkale diyorum arkadaş
Ne büyük zaferlerle alındı.
Çanakkale’nin bu toprağı
Askerlerimizin kanıyla sulandı.

Çanakkale diyorum arkadaş
Ne ayaklar bastı bu toprağa
Kimisi paktı kimisi ise kirli
Kirli olan düşmanın ayağı belikli.

Ayşeler Fatmalar, Haticeler
Sırtında mermi taşıdılar yılmadan
Çanakkale geçilmez dediler
Kurtardılar bu vatanı düşmanlardan.

Aliler, Ahmetler Mehmetler
Ellerinden silah daima ileriye gittiler
Vatan için canlarını feda edip
Bayrağımızı göğe diktiler.

Diye bizlere hitap eden bu kızımızın hislerini duygularını 50 sene sonra değişmeden kalmasını ve sonsuza kadar bu vatan sevdasını diri tutmak gerekir

Gerçekleri unutmamak bir daha bin daha düşünerek biz demeyi öğrenip Artık Kardeş olmanın ne anlama geldiğini bilen ruhu yakalayıp, birlik ve bütünlüğümüzü bozmadan evladımıza ecdadımızı anlatabildiğimiz gibi anlatabilmek için bu gün ağlayalım ki yarın geç olmasın… Kanında bir mg bu ruhu taşıyan hiçbir insan dili dini milliyeti ne olursa olsun bu Çanakkale ruhunu taşıyacaktır. Aksini düşünmek mümkün değildir.

Çünkü Çanakkale de yatan bu vatanın sınırlarında yaşayan milletin evladı değil sadece 17 ile 24 yaş arası Balkanlardan, Kafkaslardan ve orta doğudan bu vatanın kutsal olduğunu bilenler yatıyor. Halen bağrında Avusturya İngiliz kuvvetlerinin masum evlatları yatıyor. Neden ve niçin geldiğini bilmeyen bir nesil orada misafir olarak bağrımızda yatıyorlar. Bu topraklarda savaş sırasında dahi insanlık dersi almış bir milletin devrinin misafirleri mevcut. Bunu dünyada böyle anmaktadır.

Ama bizler artık bu ruhu kaybediyor muyuz ne?
Neler oluyor ki bizlere 100 yıl geri döndüğümüzde adaleti ile dünyada gönüllerde taht kurmuşuz.90 yıl sonra artık ana yüreği Anavatanımızda nerelere yol alıyoruz. Ürpermemek, titrememek, evlatlarımız için sızlanmamak elimizde değil artık.

Artık dünya elektronik çağı yaşıyor bizler hala 50 yıllık 30 yıllık kişisel kavgalar çıkarlar için kendi vatanımızda birbirimizi anlamamaya, birbirimize tahammülsüzlüğe doğru yol almaya deva ediyoruz. Ne idik nereye yol alıyoruz karamsar bir ortam devam edip duruyoruz.
Anlamak gerçekleri yaşamak derken dile getirmiştim.
Bizler bir tarihi daha dün Çanakkale de yazmışız ecdattan evlada anlatırken gururla iftiharla sunumumuzu yapabiliyoruz bugün.

Ancak evladımıza kendi tarihimizi dönemimizi anlatırken olguları yaşamama ve anlatmamak için bu gün çok olgun vakurlu ve dirayetli işlerle hatasız geleceğimizi karartacak kararlardan uzak, dili dini, milliyetini bilen sınır ve güvenliğinden adaletinden yine taviz vermeyen ecdadın anıldığı gibi evlada anlatmak için çok ama çok az konuşup çok düşünmemiz gerekliliğini kimse reddetmez sanırım.
Uyanalım.
Umarım uyuyanlardan değilizdir..
21.04.2008
Abdullah SAYGI.
Karacabey / BURSA

KUMRU YAZARLARINDAN kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR? –Mehmet SANSI

Ortalık o kadar karışık ki insanlar ben ben demekten olan bitenin farkında değiller. Herkes kendi menfaatini düşünüyor ama ülkemizin elden gittiğini düşünen yok? Yıllardır hep bölmeye çalışılıyor.
O kadar kıymetli topraklara sahibiz, çok da güçlüyüz ama zayıf olduğumuz noktalar var. Bir birimize çok bağlı bir milletiz çünkü aile kavramı hiçbir millette olamamacasına güçlü ama birbirimize desteğimiz yok, güvenimiz yok neden?
Çünkü ben diyoruz, biz demiyoruz. Bizim atalarımız bu kıymetli toprakları, biz deyip savaşarak, birbirlerine yardım ederek güvenerek kazanmadılar mı?
Peki, şimdi kendi içimizde bizi birbirimize düşürüyorlar, sağ sol kavgalarında çok canımız yanmadı mı? Bunları ne yiğitler yitirerek aşmadık mı? Ne oldu yine sağcısı solcusu kardeşlik içinde hayatlarına devam ediyorlar sağcının solcuyla solcunun sağcıyla akrabalığı yok mu? Olmadı Alevi, Sünni, Laz, Çerkez diyerek bizleri birbirimize düşürmeye çalışmadılar mı?

Yeter artık diyoruz ama pes etmiyorlar. Şimdi de Türk’ü, Kürt’e düşman ediyorlar. Açın artık gözlerinizi! Atalarımız bu vatanı hep beraber sırt sırta verip (Türk’ü kürdü, alevisi, sünisi, lazı, çerkezi,)hep beraber kazanmadılar mı? Biz onların torunları değil miyiz? Peki, neden fırsat veriyoruz? Fırsat vermeyelim dışarıdan gelen seslere.

Biz olalım bir olalım birlikten kuvvet doğar. Önümüzde çok güzel örnekler var. Japonya, Çin, Almanya, daha nice devletler var. Japonya Almanya ikinci dünya savaşına katıldılar yenik düştüler yerle bir oldular ama birlik oldular ve her yönden güçlüler.

Bırakalım artık içimizdeki savaşı birlik olalım. Başka Türkiye yok duyarlı olalım, ülkemiz için bu vatan uğruna kanın son damlasına kadar savaşan Atalarımız için, şehitlerimiz için uyanalım ve bizi birbirimize düşürmek isteyenlere karşı duralım birlik olalım!
MEHMET SANSI /KUMRU BAŞKENT BAYAN KOAFÖR

KUMRU YAZARLARINDAN kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

İŞTAH KABARTAN DEVASA KURUM/YİBO/KUMRU TV

Açılışı bir çok iddialara konu olan Kumru YİBO (Yatılı İlköğretim Bölge Okulu), gerek kapsadığı alan gerekse barındırdığı öğrenci bakımından Ordu’da ikinci bölge okulu.

Samur Mahallesinde bulunan ve şehre yaklaşık 2 km uzaklıktaki okul bölge insanın o kadar dikkatini çekmese de, barındırdığı eğitmenler, öğrenciler ve orayla ilgili olanlar tarafından adeta devasa bir merkez.

Cuma namazı çıkışında, görev yaptıkları YİBO’ya giden Okul Müdürü Muammer Öztürk’ün, “bir çayımızı içermisin” teklifi üzerine YİBO’ya gittim.

Eğitime daha başlamadan önce polemiklere konu olduğu sırada bizzat gittiğim YİBO değişmiş, gelişmiş ve artık yerine oturmuş bir kurum kimliği ile karşımızda idi.

YİBO Müdürü Muammer Öztürk, Müdür Yardımcısı ve Eğitim Bir Sen Kumru Şube Başkanı Harun Demir ve Müdür Yardımcısı Suat Evin YİBO’nun “Kurumsallaşması” açısından geçen süreçte ortaya koydukları eserin yeteri kadar tanınmamasından yakındılar.

Sıradan bir yemek masasında önümüze gelen Pilav, Tavuk ve Kompostu ile elma o günün menüsü imiş.

Sadece ve pilav ve kompostunun tadına baktığım yemekte ister istemez maliyeti sordum. (Öyle ya, devasa bir kurumsal kimliği olan ve ihaleleri bile devasa olan bir kuruluşun iç dünyasını tanımak gerekmez mi? ) Ardından da zehirlenmeyelim ha! Diye şakayla karışık bir muhabbetimiz oldu.

Kumru YİBO Müdürü Muammer Öztürk, bir öğün yemek bedeli olarak 3.5 ytl ödendiğini söyleyince yarı şaka yarı şaşkınlık içinde emin olmak için tekrar sordum. Yine aynı cevap . Üstelik, sabah kahvaltısı da 520 kuruş.

Tabi bu paralar örencilerden alınmıyor. İhaleyi alan firmaya devletin ödediği rakam bunlar. İhale sürecini bilemediğimiz ve ne şartlarda alındığını göremesek de, gerçekten özveri isteyen bir hizmet olduğuna kani oldum. Bu şekilde devam ettirebilir ise Yusuf Yalçova’ya da helal olsun!

Har gün yaklaşık 1000 öğrencinin kahvaltı ve yemek yediği onlarca servis aracının öğrenci taşıdığı, 300’den fazla öğrencinin kız erkek ayrı binalarda yatılı olarak kaldığı, ilçe için devasa bir kurum olan YİBO, eksikleri ortaya çıktıkça yerine tam anlamıyla oturan bir kimlik kazanmış durumda.

Okul Müdürü Muammer Öztürk, YİBO’nun yeteri kadar tanınmamasından ve tanıtılmamasından yakınarak, kendilerinin ve kurumlarının yıpratılmak istenmesinden duyduğu rahatsızlığı ister istemez ima ediyor; zehirlenme haberleri, Öztürk’ün anlatımı ile tam bir komedi ve tam bir skandal:

“Zehirlenme haberleri üzerine öğrencilerle bizde gittik hastaneye. Tabi hastanede ilk şüphe zehirlenme idi. Doktor soruyor şimdi öğrencilere; ne yediniz? Diye

30 öğrenciden 10’u çorba yememiş, 5’i pilav yememiş, 6’sı ise hiç okulda yemek yememiş. Hepsi de kız öğrenci. Hastaneden polise zehirlenme şüphesi ile adli vaka bildirimi sonucu ortaya çıkan bir haber”

Tabi, Muammer Öztürk bu olaya olaya kurumsal bakarken bende siyasal gözlem yapmaktan kendimi alamadım. Yemek ihalesine kimlerin girip de alamadığını sordum. Bu sorum 657’ye takıldı. Konuyu değiştirdik.

YİBO Müdürü Muammer Öztürk, Müdür Yardımcıları; Harun Demir ve Suat Evin’le gerçekleşen sohbet başta kaymakam Özgür Körükçü, Belediye Başkanı Ticabi Civelek ve İlçe Milli Eğitim Müdürü A.Kadir Hocaoğlu’nun YİBO’nun kurumsallaşmasında gösterdikleri özveri ile ilgili devam eden sohbetimizin kalan bölümünü de haftaya aktarmak üzere…

Hoşcakalın

KUMRU YAZARLARINDAN kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

DOSTLAR ÇOĞALSIN/Han ZEMHERİ/KUMRU TV


Yaşamım boyunca çok ilginç, çok sıra dışı ve çok aykırı dostlarım oldu. Genellemeler içinde sıralama yaptım ve en çok bu tip arkadaşlarımın daha çoğunlukta olduğunu fark ettim.

Ya huyundan ya suyundan işte, benim ve dostlarım gibi olmayanlar da bir çayımızı içtikten sonra, benim ve bizim gibi olmasalar da huyumuzdan bir nebze kapıyorlar. Neticede bir dostluk kapısı aralanıyor.

Dostlar çoğalıyor…

Tabi bizde biniyoruz mağrip atlarına, dört nala Ergenekon, Ortaasya derken varıyoruz Kenan ellerine. Vatanı-milleti kurduktan ve kurtardıktan sonra iktidar olmanın keyfini yaşıyoruz; düşlerimizde…

Bir çay ve bir çubuk kraker her ne kadar bizi halimiz dışına çıkarsa bile, mağripten gelen birkaç atlı ile tekrar dalıyoruz düşlerimize.

Aslında öylesine derinleme bir hüzün ki yaşananlar; bu tekdüze ve alışılmış yaşamı bırakıp, düşlerimizde kurduğumuz ve aslında hiç olmayan gibi görünen; ancak bana gerçek bir dünya gibi gelen bu durumun, aslında gerçek ve kendim olduğuna karar verdim.

Kendimin, yani benim de, benimle ortak paydaları olan her hangi birinin o paydasından yola çıkarak çok büyütülmesi gereken ve yol alınması bile hayrolan kesitleri olması gerektiği gerçeğini kabullendim.

Bu bağlamda artık yaşamı aykırı yaşayan, hayata kuş bakışı bakan, saçlarını rüzgarla tarayan, yarını olmayan ve yarını olmayan düşlere gebe, atlarını mağribe salıp maşruk’ta bekleyen yayalarla yoldaş olacağım.

Kendilerini dünyanın süzgecinden geçirememiş, geçiremeyen; ancak kevgirin üstünde bir tane bile olsa ince unundan kepeği olan adaylar da baş tacımız ve yoldaşımızdır.

Bu küçük, dönem-dönem, bana o kadar iğrenç gelebilecek sebepleriyle de olsa beni bezdiren bu bağnaz, bu bön insanların sahiplenmeye çalıştığı bu şehrin aslında benim-bizim olduğunu; atımı mağrip’e salıp, maşruk’ta beklerken anladım.

KUMRU YAZARLARINDAN kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »