Bu belki de üzerine en çok yazılan, felsefecilerin üzerine en fazla kafa yordukları soruların başında gelen bir soru. Mutlaka sizlerde bu sorunun çeşitli cevaplarına sahipsinizdir. Ben çeşitli yerlerden okuduğum çok hoşuma gelenleri yazmaya başlarsam uzun sayfalar alır. Bunun yerine içimden geldiğince doğrulatmaya ihtiyaç duymadan yazayım diye düşünüyorum.
En temel olarak biz bu hayata gelmeye veya gelmemeye kendimiz karar vermedik. Gitmeye, bu hayatı terk etmeye de kendimiz karar veremeyeceğiz(istisnalar hariç).
Hayata çok güçsüz ve savunmasız, başkalarının yardımına muhtaç olarak gözlerimizi açıyoruz. Bu işleyişin başlayışı hakkında çeşitli fikirler, dini önermeler, teoriler var ama kesin olanı bunu bizim bilmediğimiz. Hayatımızı geçireceğimiz bu sosyal, ekonomik, biyolojik, fiziksel çevre de bizim tarafımızdan oluşturulmadı. En zengininden en fakirine en güçlüsünden en güçsüzüne herkes kendinden önce oluşturulan ve kendisinden öncekilerinde oluşturmadığı bir dünyaya gelir. Kendiside bu dünyada çok şeyleri değiştiremeden kendisinin var ettiklerini de bırakarak gider. Bu süreç önlenemez, Durdurulamaz,hakim olunamaz.
Biz bu dünyaya geldiğimizde tüm bunları hazır olarak buluyoruz.Zaten bir bireyin tüm bunları tek yada birçok kişilerle oluşturma şansı da yoktur.Hatta aynı anda dünyayı paylaşan bireylerin tümü bile bu zamana kadar var edilenleri oluşturma imkanına sahip değildir. Biz geldiğimizde sahip olanlar vardı, iktidarda olanlar vardı. Var edenler vardı. Belki biz geldiğimizde daha gelmeden sahip olanlardandık. Velhasıl bu konu da bizim irademiz dışı oluşmuştu. Tam zamanını bilmediğimiz bir zamanda ya da anda bunlar belirlendi.
Hangi dili konuşacağımız, kimden doğacağımız, ya da bizi doğuran dahi bizi doğuracağına iradesini koyamadı. Büyümeye başladık, aklımız başımıza gelene kadar zaten algılamamız tam oturmamıştı. Okullara gönderildik. Daha beşli yaşlardaydık. Oyun oynamak içimizden gelen en doğal isteklerden biriydi. Ama biz okullardaydık. Kafamızı gömdük; bilinçli ellerin plan ve programlarının alınmasını bekledikleri sonuçların bir istatistikî değeri olma yolundaki çabalarımızın içine. Sevgiye açık yüreklerimiz daha doymadan sorumluluklarla yüklendik. Alınacak notlar,geçilecek sınıflar,başarılacak ödevler.
Daha öncelerden atalarımız iyi birer jokey gibi yetişmiş, nasıl koşacağımızı, nasıl uyuyacağımızdan nasıl oynayacağımıza kadar her şeyi planlamışlardı. Alabildiğine mahmuzlandık daha iyi performans, daha büyük başarı daha güzel sonuç. Psikiyatrisiler, pedagoglar psikologlar, davranış bilimciler, eğitim bilimcilerin uygulayacakları projeleri, deneyecekleri araştırma sonuçları vardı ve uygulayacaklardı. Ne için? Daha başarı için. Ha gayret. Geçilecek o kadar kişi ve iş var ki.
Çevreyi manzara resimleri olarak bilmeye başladık, ben hala da böyle zannederim. Bir güzelliğin karşısında kendimi alamam ve “- ne güzel manzara keşke fotoğrafını çeksem!” diye çabalarım. Doğal çevremizi bile o kadar doğadan uzaklaştırdık ki bize ait değilmiş gibi, doya doya yaşamak yerine fotoğraflarına bakar olduk. Bize ait kılmanın bir şekliydi çünkü fotoğrafını çekmek.
Yakınlarda hayvanat bahçesi olup atalarının götürdükleri dışımızdakiler bir kedinin yumuşak tüylerini bile pamukla tarif ederler. Çizgi romanlarda ,TV’lerde gördükleri hayat zannedip oralardan kedi, fare sevenlerimiz ilk tıslamalarıyla bir kedinin ne kadar paniklediklerini, ilk tırmıklanmayla nasıl doktor doktor dolaştıklarını bilmeyenimiz var mı? Çoğu hayvanları hayvanat bahçelerinden bile görmeyenimizin, onlardan çekinenlerimizin sayısını bilebilir misiniz ne kadar çoktur.
Sonra en iyi en karlı meslek, en gözde iş için en iyi üniversiteye kapağı atma mücadelesi. Kurslar dersler çabalar; huzurlu bir uykuya muhtaç, rüyalarda bile problem çözmeler. Sınav stresleri,puan kabusları. Falancının çocukları, filancının sonuçları, elenecek yüzdelik dilimler,girilecek ondalık dilimler. Geçilecek yüz binler hatta milyonlar……..
Hayat nedir? Tam burada bir kez daha yineleyelim sorumuzu. Hayat nedir?….
(Ah! burada şimdi aklıma geldi. Yemek yiyen, ayak üstü bir şeyler atıştıran insanları seyrettiniz mi hiç? Ben kendi halime bile gülüyorum. Sanki peşimden kovalayan var. Bir şeyleri kaçırıyormuşum , ne kadar kısa zamanda yersem sanki o kadar huzurlu olacakmışım gibi. Bu arada yemeğin lezzeti ve estetiği güme gidiyor.)
Kazandık !!! ha gayret bitirelim şu işi. İyi bir derece alalım, burslu olalım,okulda kalalım,hocanın gözüne girelim. Haftalık sınavlar, aylık sınavlar, yıl sonu sınavları,finaller ve yıllar ve yıllar. Mezuniyet geldi. Aldık diplomayı. Yüreğimiz bayram yeri gibi cıvıl cıvıl ,atalarımızın da öyle. Bir coşku seli okulun bahçesi. Aileler ve çocukları başarmanın sevinci, gururu ,onuru. Eve gelene kadar her şey güzel şiir gibi.
Evdeyiz ve saatler geçmiş, yatmaya yakındır. İçinde ufaktan bir sızı. Sanki bir boşluk, sanki bir şeyler eksik gibi. Atada da bir sıkıntıdır başlamıştır ufaktan. Bir paniktir belirir. Ya iş ;ya iş nerde? Bunca emek,çaba, mücadele, yarış ve alınan diploma boşa mı? Uykuları kaçırmaya yeterlidir bunları düşünmek. Saatler boyu yatakta dönmeler, bunalımlı dolaşmalar ortalıkta. Senin bir sıkıntın var diyenlere “hayır” demeler. İlk sabahtır herkesin yüreğinde ağır bir yük vardır. Ama mutluymuş rolü yapılır karşılıklı. Sevinçliymiş gibi sırıtılır ,herkes fark eder yapmacıklığı ama söylemez Söyleyemez.
Daha da ağırlaşmıştır (ben babamın kamburunun burada başladığını sanıyorum). Yakınlar aranır paylaşmak için mutluluğu,diplomayı ama birazda tanıdık bildik birileri var mıdır ki diye. İşe sokmak lazımdır çocuğu. Yoksa diploma kursağında bırakır adamın mutluluğunu. Yutamazsın yutturamazsın. Ha gayret bakalım tanıdıklar, yetkililer, etkililer, siyasiler, iş çevreleri,dergahlar ,falanlar filanlar. Artık kuyruğu dik tutamazsın. Eğilecek büküleceksin,iş aramalar uzadıkça içindeki panikte artar.
Razı olmalar başlamıştır artık. Orman eğitimi gördüm ama bir büro işi de olsun demeye başlarsın. Günler uzadıkça kabullerde artar. İş olsunda ne olursa olsuna kadar gelirsin. Zaman zaman üniversite kantininde dünyayı kurtarma projelerin aklına gelince ağlamaklı olursun ,boğazında düğümlenir göz yaşların. Arkadaşlarını aramaya çekinirsin onların durumunun farklı olduğunu düşünürsün, kendini onlardan geri aşağılarda, aşağılanmış hissedersin. Göstermezsin, fark ettirmemeye çalışırsın içindeki fırtınayı, kaygıyı. Birkaç iş görüşmesine gidersin. Ne kadar büyür gözünde karşındaki adam. Küçülür küçülür,ufalırsın. İçinden bildiğin duaların hepsini okumuşsundur. Kaygı hat safhadadır. Bıraksalar ağlayarak yalvaracaksın .Ama olmaz ki. Adamın ta gözlerinin içine bakarsın. Ama ürkek ve çekingen. İşte o zaman küfürler gelir aklına savuramazsın.
İşte en korktuğun soruyu soruyor. İçinde bir panik “iş tecrübeniz?” kelimeler boğazında düğümlenir . Sen bile ne dediğini bilemezsin ,ama bir şeyler söylemişsindir. ikna ettin mi diye tekrar gözlerine bakmaya korkarsın. Kafan önüne eğilmeye burada başlayacaktır. İlk konuşma ondan gelene kadar söyleyecek bir şeyin yoktur. İşte zamanı fark ettiğin andır o an. Dakikalar çok uzun, saniyeler hatta saliselerin fazlasıyla farkına varırsın. Adam biraz mahcup suratla yüzüne bakarak “sekretere adınızı soy adınızı telefonunuzu bırakın biz sizi ararız” der. Artık bir kule daha devrilmiştir. Yüreğin bütün kırıkların şangırtısıyla irkilip durmaktadır.
Gazete almalar başlar. İş ilanları için. Altına kırmızı çizgiler çektiğin bir sürü adreslerin vardır. Yavaş yavaş alışmışsındır artık. Eskisi gibi iz bırakmıyordur yüreğinde kırılmalar. İmtihanlara katılırsın. Zaman zaman işler bulursun. Tarihçisindir mesela otomobil satıcısı olursun. Ormancısındır ilaç pazarlamacısı olursun. Devlet imtihanlarına katılmışsındır. Öğretmenlik için. Öğretmen olursun. Öğretmenlik yapacaktım neden öğretmenlik okumadım dersin. Ama kurtulmuşsundur artık işsizlik yükünden. Diğer şeyler ayrıntıdır. Kendi kazandığınla hayatını idame ettireceksindir artık.
Bir de askerlik derdini hallettin mi tamam dersin. Askerlik bu vatan borcu tabii yapmak lazım. Zaman zaman uzasa kısalsa da on sekiz aydır kafamızda yerleşen miktarı. Askerlik malum iş herkesin anlatacak bir şeyi vardır. Buda gelir buda geçer. Gerçekten geçer. Teskere gelir. Alır teskereyi gelirsin eve. Herkes mutludur sende mutlusundur. Bir görev bitirmenin,bir engeli aşmanın huzuru vardır içinde.
Atalar mürüvvetini görsünlerdir artık. Okulu bitirdin askerliği de yaptın işinde var,mürüvvetini görelim der atan. Bizimde torunlarımızı sevme hakkımız var diye ekler. Eş aramalar başlar herkes seferber olmuştur. Yakın tanıdıklar uzak tanıdıklar herkes birilerini beğenmiş birileri soylu sopludur. Birileri işli güçlüdür. Hanım hanımcık beyefendidir. Önceden hazırlığı olanlar şanslıdır. Sonunda izdivaç edecek birileri bulunur. İstemeler, görüşmeler,gitmeler,gelmeler.sözler,nişanlar,düğün.derken hazırlıklar,alış verişler,masraflar,borçlar.
Bu hay huy içinde çocuk geliyordur. ATALAR TORUNLARA KAVUŞACATIR. Ve işte bir hayat daha başlayacaktır. Çember baştan dönmeye tekrar başlayacaktır.
İnsanın bu döngüden bakınca içi kararır gibi oluyor değil mi? Öyleyse şöyle bir şey söylesem ukalalık yapmış olur muyum acaba? Hayatı yaşamaya değer kılanlara, ondaki estetiği, inceliği, güzelliği, zevki yakalayanlara ve de yakalamak çabasında olanlara, bu döngüye, estetik ve sanatsal boyutlar katarak genişletenlere minnettar olmamız lazım.
Cemalettin YAKTI/Kumru Haber Arşivinden…