AYRILIKLAR ADAM EDER ADAMI/Cemalettin YAKTI/KUMRU TV


Sen alay et…; akan zamana sızan acılarımızla alay et. Ayrılık sancılarımızla alay et. Senin dudaklarında sevda şarkısı izini göremedik hiç. Nefret etmeyi iyi bilirsin değil mi? Belki de doğuştan geliyordur, nefretin tanrının suçudur.

Biz çok ayrılıklar gördük. Şairler “ayrılıklar adam eder adamı” deseler de adam olamadık, kahrolduk… Çünkü insan ayrıldığı yerden yaşanmamış yanlarını götürür, yaşadıklarını ise iliştirerek binlerce duyguya bırakıverir oracıkta.

Duran bir saat bile günde iki kez doğru saati gösterir demişlerdi öyle değil mi? Eğer herkes bunu söylüyorsa doğru zamanda bakmak önemli değil mi?

Sen alay et …; alay et. Garip resimcikler bul internetten ve ekle yazdıklarımızın her yerine. Ağladıkça yutkundurur yutkundukça ağlatır ayrılıklar. Ne fayda! Yüreği maya tutmamışlara.

“İpi kopmuş boncuklar gibi tozlu yollara döktüğü gözlerini birer birer damla damla toplaması içine, ardında ışıl ışıl dünyalar dururken camların duvarlara bakıp dalıp gitmek…”

Sen alay et…; sen alay et! Bu yazdıklarımıza da şaklaban fotolar ekle internetten. Ama yine de evladı kucağında babayı bir düşün istersen. O zaman; zamana kurşun gibi sıktığı acılarını bir düşün istersen.

Sen en son ne zaman ağladın …?

Gözyaşı ıslaklığını hissettin mi hiç? Ya da tadını.

Türküsünü söyleyeceğin kimsen olmadı mı hiç.

Hiç âşık olmadın mı mesela. Ayrılmadın mı?

O kadar yabancı mı bu duygular sana.

Aslında senle ben ve de bütün benler ayrı dünyaların insanlarıyız.

Onun için içimi dökemem sana. İşte şimdi anla; insanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık.

Şubat yağmurları gibi yüreğimi eritirken acılar, bir şiirin kanadından düşen tüycüğe yapışıp kalmışsam ve ağlamışsam ve sımsıcak bakışları yıldızların suç ortağımsa uzun zamandan beridir vurgun yemişliğimiz. Çok beklemişiz karanlıkta güneşi. Bir ceza gibi. Bir de biraz yaralıysanız, biraz yakılmışsa canınız, bir de uzaktaki kentlerde yalnız kalmışsanız.

Sen bunu okuduktan sonra inkârcı olacaksın bunu da biliyorum. İki yüzünü de kullanacaksın. Belki de alınacaksın.

Önemli olan zoru ve tüm psikolojik çökümlere rağmen güçlü olmayı başarmaktır.

Söyle dostum söyle, kaç karpuz ketsinde yiyen olmadı.

Halin nedir diyen olmadı.

Seni hiç gece yarısı astılar mı?

Hiç boynunda yaftan oldu mu “ geldiği şehri terk eden adam” diye

“Sen hiç hamamda gözlerin sabunluyken ağladın mı?”

Hiç üzüldün mü? Eli yüzü kanlar içinde ki yaşlı kadının ağıtsı çığlıkları tüm ozanların yaptıklarının özeti değil mi? Böyle, alay edebildiğine göre başkalarının çektiği acılarla hiç üzülmemiş olmalısın.

Sen zeki muharrir biz ise sazan

Hayırlısı … her şeyin hayırlısı.

CEMALETTİN YAKTI YAZILARI kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

KAÇAMAZSIN/CEMALETTİN YAKTI


KUMRU TV’DE CEMALETTİN YAKTI “KAÇAMAZSIN” BAŞLIĞI İLE İLGİNÇ BİR YAZI KALEME ALDI. “KAÇAMAZSIN” DEDİĞİ KİM? OKUYUN SİZ KARAR VERİN!
**********
Elbette çabalayacaktır Kaos’un oğlu.

Günler sabahla başlamıştır.

Bir türlü çıkamamıştır Kronos düştüğü çukurdan akşamların sonlandığı başka bir yere. Uzasa da aydınlık, ya da olmayışı aydınlığın seni yeni, yine kendi algıların var edecek. Kum tanelerinin her biri bir cehennem ağırlığıyla ardı ardına düşerek bin bir yüreğin çığlığını ekleyecek.

Yerçekimi vardır çünkü.

Ancak sanma ki birikmez tanecikler biri ters çevirmeden hayatı. Her salınan sarkaç avuçlarında kocaman bir geçmiş biriktirir, kaçamazsın.

Hangi şehir kocaman bir mendille dağıtırken bulutları “bu son kaçışın; bu son kaçışın ey yürek” diyecek. Kayabaşından ayaklarının üzerine yükselip haykır, çığır, bağır Ereceğe, Biçere Yalına doğru. Koca yeryüzünde çığlığına cevap gelmeyen, çığlığı Düzoba’da Yalın’da yiten bir sen mi kaldın.

– Bu son elvedaımdır ey şehir. Prangaya vurduğum hasretler kırlangıçlar gibi özgür. Yalnızlıklarım bir taşra efsanesi. Diyeceksin.

Hangi şehre kavuşacaksın ve seni hasretle bekleyen.

Haklısın; kaçmak belki de durdurmaktır zamanı, tersine çevirmektir. Belki de yıkamaktır avuçlarında biriken kirli anları. Parmaklarının arasından sızarken bunaltıya sıvanmış sular ağlamaktır, gözlerini de esir verdin gurura -terk edecektir seni-ağlayamayacaksın. Belki de ardında bırakmaktır kırık kalplerin dolaştığı arka sokakları. Keder onlarındır artık, geçit vermeyen yollar, bir düzine anlamsız adamlar. Anlamsız bohem muhabbetlerinin atmosferinde yitik şarkıların melodileri onlara bırakılmış, bıraktırılmıştır artık.

Bu yara derin iz bırakmaz, zaten öldüremez.

Kaç delişmen yürek vurgun yedi ölmedi.

O zamanlarda bu kadar karışılmazdı tanrıların işlerine. Tanrılar da bu kadar uzak değildiler yeryüzüne. Bir sen vardın alaca karanlıkla boğuşan ve o zamandan kaldın. Önünde Kronos’un omzundaki yük, bir tek alnın ürkek.

Böyle mi gideceksin

Böyle mi gideceksin

Böyle mi gideceksin

Böyle mahzun, böyle suskun. Bir adam binlerce yıllık karanlığını bir basma yırtar gibi yırtmadan. Yüzüne yapışık gülümsemeler ayrı bir efsanenin kırık dökük anıları gibi anlamından kopuk.

Böyle gideceksin.

Unutmak erdemdir.

Unutmak erdemdir kara sinsi hayaletlerin tutundukları köşeleri, bir tek çocukların ellerine serbest bırakıp şehvetli kahkahalarını aksettirdikleri yeri.

Ama unutmamalı ki Kronos düşecektir milyarlarca kez en yükseğe ulaştığı yerden. Tap taze bir sabaha ermiş gibi tortuları bir kenara süpürüp yeniden bir heyecanla başlayacaktır güne ve hayat muhteşemdir. Yine bildik eğilmeler, bükülmeler. Yine binlerce kez tekrarlanan, kendi ses evreninde yiten cümleler. Artık yankılanmaz ses aksini yitirmiştir. Gölge vermez gürgenler. Ve ayağa kalkmaz düşenler.

Elekçi akacaktır.

Denize ulaştığı yani kavuştuğu yerde martılara haber salacaktır. Belki de meltemler ulak olacaktır bir deniz kabuğunu kulağına yaklaştırdığın yerde.

Hoşça kalın.

CEMALETTİN YAKTI YAZILARI kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

HAYAT NEDİR?/ Cemalettin YAKTI

Bu belki de üzerine en çok yazılan, felsefecilerin üzerine en fazla kafa yordukları soruların başında gelen bir soru. Mutlaka sizlerde bu sorunun çeşitli cevaplarına sahipsinizdir. Ben çeşitli yerlerden okuduğum çok hoşuma gelenleri yazmaya başlarsam uzun sayfalar alır. Bunun yerine içimden geldiğince doğrulatmaya ihtiyaç duymadan yazayım diye düşünüyorum.
En temel olarak biz bu hayata gelmeye veya gelmemeye kendimiz karar vermedik. Gitmeye, bu hayatı terk etmeye de kendimiz karar veremeyeceğiz(istisnalar hariç).

Hayata çok güçsüz ve savunmasız, başkalarının yardımına muhtaç olarak gözlerimizi açıyoruz. Bu işleyişin başlayışı hakkında çeşitli fikirler, dini önermeler, teoriler var ama kesin olanı bunu bizim bilmediğimiz. Hayatımızı geçireceğimiz bu sosyal, ekonomik, biyolojik, fiziksel çevre de bizim tarafımızdan oluşturulmadı. En zengininden en fakirine en güçlüsünden en güçsüzüne herkes kendinden önce oluşturulan ve kendisinden öncekilerinde oluşturmadığı bir dünyaya gelir. Kendiside bu dünyada çok şeyleri değiştiremeden kendisinin var ettiklerini de bırakarak gider. Bu süreç önlenemez, Durdurulamaz,hakim olunamaz.

Biz bu dünyaya geldiğimizde tüm bunları hazır olarak buluyoruz.Zaten bir bireyin tüm bunları tek yada birçok kişilerle oluşturma şansı da yoktur.Hatta aynı anda dünyayı paylaşan bireylerin tümü bile bu zamana kadar var edilenleri oluşturma imkanına sahip değildir. Biz geldiğimizde sahip olanlar vardı, iktidarda olanlar vardı. Var edenler vardı. Belki biz geldiğimizde daha gelmeden sahip olanlardandık. Velhasıl bu konu da bizim irademiz dışı oluşmuştu. Tam zamanını bilmediğimiz bir zamanda ya da anda bunlar belirlendi.

Hangi dili konuşacağımız, kimden doğacağımız, ya da bizi doğuran dahi bizi doğuracağına iradesini koyamadı. Büyümeye başladık, aklımız başımıza gelene kadar zaten algılamamız tam oturmamıştı. Okullara gönderildik. Daha beşli yaşlardaydık. Oyun oynamak içimizden gelen en doğal isteklerden biriydi. Ama biz okullardaydık. Kafamızı gömdük; bilinçli ellerin plan ve programlarının alınmasını bekledikleri sonuçların bir istatistikî değeri olma yolundaki çabalarımızın içine. Sevgiye açık yüreklerimiz daha doymadan sorumluluklarla yüklendik. Alınacak notlar,geçilecek sınıflar,başarılacak ödevler.

Daha öncelerden atalarımız iyi birer jokey gibi yetişmiş, nasıl koşacağımızı, nasıl uyuyacağımızdan nasıl oynayacağımıza kadar her şeyi planlamışlardı. Alabildiğine mahmuzlandık daha iyi performans, daha büyük başarı daha güzel sonuç. Psikiyatrisiler, pedagoglar psikologlar, davranış bilimciler, eğitim bilimcilerin uygulayacakları projeleri, deneyecekleri araştırma sonuçları vardı ve uygulayacaklardı. Ne için? Daha başarı için. Ha gayret. Geçilecek o kadar kişi ve iş var ki.

Çevreyi manzara resimleri olarak bilmeye başladık, ben hala da böyle zannederim. Bir güzelliğin karşısında kendimi alamam ve “- ne güzel manzara keşke fotoğrafını çeksem!” diye çabalarım. Doğal çevremizi bile o kadar doğadan uzaklaştırdık ki bize ait değilmiş gibi, doya doya yaşamak yerine fotoğraflarına bakar olduk. Bize ait kılmanın bir şekliydi çünkü fotoğrafını çekmek.
Yakınlarda hayvanat bahçesi olup atalarının götürdükleri dışımızdakiler bir kedinin yumuşak tüylerini bile pamukla tarif ederler. Çizgi romanlarda ,TV’lerde gördükleri hayat zannedip oralardan kedi, fare sevenlerimiz ilk tıslamalarıyla bir kedinin ne kadar paniklediklerini, ilk tırmıklanmayla nasıl doktor doktor dolaştıklarını bilmeyenimiz var mı? Çoğu hayvanları hayvanat bahçelerinden bile görmeyenimizin, onlardan çekinenlerimizin sayısını bilebilir misiniz ne kadar çoktur.

Sonra en iyi en karlı meslek, en gözde iş için en iyi üniversiteye kapağı atma mücadelesi. Kurslar dersler çabalar; huzurlu bir uykuya muhtaç, rüyalarda bile problem çözmeler. Sınav stresleri,puan kabusları. Falancının çocukları, filancının sonuçları, elenecek yüzdelik dilimler,girilecek ondalık dilimler. Geçilecek yüz binler hatta milyonlar……..

Hayat nedir? Tam burada bir kez daha yineleyelim sorumuzu. Hayat nedir?….

(Ah! burada şimdi aklıma geldi. Yemek yiyen, ayak üstü bir şeyler atıştıran insanları seyrettiniz mi hiç? Ben kendi halime bile gülüyorum. Sanki peşimden kovalayan var. Bir şeyleri kaçırıyormuşum , ne kadar kısa zamanda yersem sanki o kadar huzurlu olacakmışım gibi. Bu arada yemeğin lezzeti ve estetiği güme gidiyor.)

Kazandık !!! ha gayret bitirelim şu işi. İyi bir derece alalım, burslu olalım,okulda kalalım,hocanın gözüne girelim. Haftalık sınavlar, aylık sınavlar, yıl sonu sınavları,finaller ve yıllar ve yıllar. Mezuniyet geldi. Aldık diplomayı. Yüreğimiz bayram yeri gibi cıvıl cıvıl ,atalarımızın da öyle. Bir coşku seli okulun bahçesi. Aileler ve çocukları başarmanın sevinci, gururu ,onuru. Eve gelene kadar her şey güzel şiir gibi.

Evdeyiz ve saatler geçmiş, yatmaya yakındır. İçinde ufaktan bir sızı. Sanki bir boşluk, sanki bir şeyler eksik gibi. Atada da bir sıkıntıdır başlamıştır ufaktan. Bir paniktir belirir. Ya iş ;ya iş nerde? Bunca emek,çaba, mücadele, yarış ve alınan diploma boşa mı? Uykuları kaçırmaya yeterlidir bunları düşünmek. Saatler boyu yatakta dönmeler, bunalımlı dolaşmalar ortalıkta. Senin bir sıkıntın var diyenlere “hayır” demeler. İlk sabahtır herkesin yüreğinde ağır bir yük vardır. Ama mutluymuş rolü yapılır karşılıklı. Sevinçliymiş gibi sırıtılır ,herkes fark eder yapmacıklığı ama söylemez Söyleyemez.

Daha da ağırlaşmıştır (ben babamın kamburunun burada başladığını sanıyorum). Yakınlar aranır paylaşmak için mutluluğu,diplomayı ama birazda tanıdık bildik birileri var mıdır ki diye. İşe sokmak lazımdır çocuğu. Yoksa diploma kursağında bırakır adamın mutluluğunu. Yutamazsın yutturamazsın. Ha gayret bakalım tanıdıklar, yetkililer, etkililer, siyasiler, iş çevreleri,dergahlar ,falanlar filanlar. Artık kuyruğu dik tutamazsın. Eğilecek büküleceksin,iş aramalar uzadıkça içindeki panikte artar.

Razı olmalar başlamıştır artık. Orman eğitimi gördüm ama bir büro işi de olsun demeye başlarsın. Günler uzadıkça kabullerde artar. İş olsunda ne olursa olsuna kadar gelirsin. Zaman zaman üniversite kantininde dünyayı kurtarma projelerin aklına gelince ağlamaklı olursun ,boğazında düğümlenir göz yaşların. Arkadaşlarını aramaya çekinirsin onların durumunun farklı olduğunu düşünürsün, kendini onlardan geri aşağılarda, aşağılanmış hissedersin. Göstermezsin, fark ettirmemeye çalışırsın içindeki fırtınayı, kaygıyı. Birkaç iş görüşmesine gidersin. Ne kadar büyür gözünde karşındaki adam. Küçülür küçülür,ufalırsın. İçinden bildiğin duaların hepsini okumuşsundur. Kaygı hat safhadadır. Bıraksalar ağlayarak yalvaracaksın .Ama olmaz ki. Adamın ta gözlerinin içine bakarsın. Ama ürkek ve çekingen. İşte o zaman küfürler gelir aklına savuramazsın.

İşte en korktuğun soruyu soruyor. İçinde bir panik “iş tecrübeniz?” kelimeler boğazında düğümlenir . Sen bile ne dediğini bilemezsin ,ama bir şeyler söylemişsindir. ikna ettin mi diye tekrar gözlerine bakmaya korkarsın. Kafan önüne eğilmeye burada başlayacaktır. İlk konuşma ondan gelene kadar söyleyecek bir şeyin yoktur. İşte zamanı fark ettiğin andır o an. Dakikalar çok uzun, saniyeler hatta saliselerin fazlasıyla farkına varırsın. Adam biraz mahcup suratla yüzüne bakarak “sekretere adınızı soy adınızı telefonunuzu bırakın biz sizi ararız” der. Artık bir kule daha devrilmiştir. Yüreğin bütün kırıkların şangırtısıyla irkilip durmaktadır.

Gazete almalar başlar. İş ilanları için. Altına kırmızı çizgiler çektiğin bir sürü adreslerin vardır. Yavaş yavaş alışmışsındır artık. Eskisi gibi iz bırakmıyordur yüreğinde kırılmalar. İmtihanlara katılırsın. Zaman zaman işler bulursun. Tarihçisindir mesela otomobil satıcısı olursun. Ormancısındır ilaç pazarlamacısı olursun. Devlet imtihanlarına katılmışsındır. Öğretmenlik için. Öğretmen olursun. Öğretmenlik yapacaktım neden öğretmenlik okumadım dersin. Ama kurtulmuşsundur artık işsizlik yükünden. Diğer şeyler ayrıntıdır. Kendi kazandığınla hayatını idame ettireceksindir artık.

Bir de askerlik derdini hallettin mi tamam dersin. Askerlik bu vatan borcu tabii yapmak lazım. Zaman zaman uzasa kısalsa da on sekiz aydır kafamızda yerleşen miktarı. Askerlik malum iş herkesin anlatacak bir şeyi vardır. Buda gelir buda geçer. Gerçekten geçer. Teskere gelir. Alır teskereyi gelirsin eve. Herkes mutludur sende mutlusundur. Bir görev bitirmenin,bir engeli aşmanın huzuru vardır içinde.

Atalar mürüvvetini görsünlerdir artık. Okulu bitirdin askerliği de yaptın işinde var,mürüvvetini görelim der atan. Bizimde torunlarımızı sevme hakkımız var diye ekler. Eş aramalar başlar herkes seferber olmuştur. Yakın tanıdıklar uzak tanıdıklar herkes birilerini beğenmiş birileri soylu sopludur. Birileri işli güçlüdür. Hanım hanımcık beyefendidir. Önceden hazırlığı olanlar şanslıdır. Sonunda izdivaç edecek birileri bulunur. İstemeler, görüşmeler,gitmeler,gelmeler.sözler,nişanlar,düğün.derken hazırlıklar,alış verişler,masraflar,borçlar.

Bu hay huy içinde çocuk geliyordur. ATALAR TORUNLARA KAVUŞACATIR. Ve işte bir hayat daha başlayacaktır. Çember baştan dönmeye tekrar başlayacaktır.

İnsanın bu döngüden bakınca içi kararır gibi oluyor değil mi? Öyleyse şöyle bir şey söylesem ukalalık yapmış olur muyum acaba? Hayatı yaşamaya değer kılanlara, ondaki estetiği, inceliği, güzelliği, zevki yakalayanlara ve de yakalamak çabasında olanlara, bu döngüye, estetik ve sanatsal boyutlar katarak genişletenlere minnettar olmamız lazım.
Cemalettin YAKTI/Kumru Haber Arşivinden…

CEMALETTİN YAKTI YAZILARI kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »