ORDU İMAM-HATİP LİSESİ 1975-76 ÖĞRETİM YILI DESTANI (1975)/BEKİR AKKAYA/KUMRUTV

İlkokuldan üç yıl aradan sonra 1975 yılında Ordu İmam Hatip Lisesi Orta birinci sınıfa kayıt yaptırdım. Bilenlerin bildiği Ordu İmam Hatip Lisesinin yanındaki pansiyon binası o yıl hizmete girmemişti. Biz o yıl yani orta birinci sınıfı İmam-Hatip Lisesinin şu andaki binasının en üst çatı katında kaldık. Alt katlar sınıflarımız yani şu andaki ana binanın en üst çatı katını yatakhane olarak, alt katları da sınıflarımız olarak kullanıyorduk. En alt kat ise yemekhanemizdi.

O yıl okul müdürümüz Ekrem Şahindi ki, daha sonraki yıllarda Yalova İmam Hatip Lisesine tayini çıktı. Müdürümüz Ekrem Şahin’den sonra okul müdürümüz Harun Tunç oldu.
Benim İmam-Hatipte o yıl ilk yılımdı.

1975 yılında Ordu İmam Hatip Lisesinin arka bahçesi tamamen bataklık ve sabaha kadar kurbağalar öterdi. İmam-Hatip Lisesi Ordu’nun Sivas Caddesinin son yapılarından biriydi. Şimdiki pansiyon bir yıl sonra hizmete girdi ve ikinci sınıftan sonra biz yeni pansiyon binasına taşındık. Pansiyonun arka tarafındaki şimdiki mezarlığın öte taraflarında hiçbir ev yoktu. İmam-Hatip’in ön bahçesi tamamen boştu. Camii inşaat halinde idi. Dükkanlar daha sonra yapıldı. Behçenin karşısında bir atelye vardı ve atelyeden sonrası tamamen tenhalık ve fındık bahçeleri ve tikenlikler mevcuttu. İmam- Hatip’ten Sivasa doğru giderken şimdiki mezarlığın çevresinde bir tane ev bile yoktu.

Tepete bulunan şimdiki Devlethastanesi çok sonraları yapıldı. Bildiğim kadarıyla orası verem hastanesi olarak kullanılıyordu. Şimdiki garajların bulunduğu yerler tamamen bataklı doluydu. Bir tane bile yapı yoktu. Kısaca 1975 yılındaki Ordu İmam Hatip Lisesinin çevresi böyleydi.
İşte ben o yıl aşağıdaki destanı yazarak köyde anne ve babama bir mektup eşliğinde gönderdim. 03.11.1975 tarihinde yazdığım işte o destan:

ORDU İMAM-HATİP LİSESİ 1975-76 ÖĞRETİM YILI DESTANI (1975)/BEKİR AKKAYA

Ben talihsiz Bekir evinden çıktı.
Evinden çıkıp ta gurbete düştü.
Gurbetlik acısı yaralar açtı.
Ağlama anneciğim gelirim bir gün.
***********

Ordu’ya varınca gariplik geldi.
Gariplik değil ki ağlamak vurdu.
Babacığım oğlunuz bir mektup saldı.
Ağlama babacığım gelirim bir gün.
************

Okulumuz önü güneye bakar.
Gurbetlik acısı bağrımı yakar.
Köyde anneciğim yoluma bakar.
Ağlama anneciğim gelirim bir gün.
************

Okulumuz bahçesi yola yakındır.
Oğlunuzun gelmesi pek çok yakındır.
Oğlunuz Bekir mektup atın der.
Ağlama babacığım gelirim bir gün.
************

Okulumuz karşısı fındık bahçesi.
Oğlunuzun yoktur mektup bohçası.
Burda okutulur Arapça dersi.
Ağlama anneciğim gelirim bir gün.
*************

Okulumuz önü güneye karşı.
Okulumuzda söylenir İstiklal Marşı
Bir rüya gördüm sabaha karşı.
Ağlama babacığım gelirim bir gün.
*************

Akşam mütaladır sabah mütala.
Oğlunuz okuyor gurbette hala.
Sabah yemeği var yediye beş kala.
Ağlama anneciğim gelirim bir gün.
************

Akşam saat dokuz oldu yatarsın.
Sabah namazına camiye koşarsın.
Elbisen yok ise hemen donarsın.
Ağlama babacığım gelirim bir gün.
***********

Okulumuzu sorarsan beş katlı bina.
Yazıyorum destan ben yana yana.
Destanı okuyunca ağlama ana.
Ağlama anneciğim gelirim bir gün.
***********

Okulumuz müdürü Ekrem Şahin’dir.
O müdürün gitmesi pekte yakındır.
Yeni müdür olacak pekte sakindir.
Ağlama babacığım gelirim bir gün.
***********

Hayatta şansım yok talihsiz oğul.
Mektubunu aldım çok fazla sağ ol.
Anneciğim ağlama az sabırlı ol.
Ağlama anneciğim gelirim bir gün.
***********

Günde üç çeşit yemek çıkıyor.
Pilav yiye yiye insan bıkıyor.
Ciğerim sızlıyor göz yaş döküyor.
Ağlama babacığım gelirim bir gün.
***********

Sabah çayı ise kazanda kaynar.
Sizleri düşündükçe yüreğim yanar.
Çokları sanır ki okumak kolay.
Ağlama anneciğim gelirim bir gün.
************

Bardaklar mumdandır içersi kirli.
Bir bardak çay içeriz halimiz belli.
Sınıfı geçeceğim durumum belli.
Ağlama babacığım gelirim bir gün.
************

Banyosu yok tuvaletler susuzdur.
Gözler göremiyor hep uykusuzdur.
Oğlunuzu sorarsanız pekte halsizdir.
Ağlama babacığım gelirim bir gün.
************

Okulumuz önü kum çakıl taşlar.
Mektubum ıslandı aktı da yaşlar.
Oğlunuz gurbette pek zahmetli kışlar.
Ağlama babacığım gelirim bir gün.
***********

Yaza yaza bitmez kalem yazmıyor.
Mektubunuz geldi haber yazmıyor.
Oğlunuz iyidir hiçte azmıyor.
Ağlama anneciğim gelirim bir gün.
***********

Ordu’da bulunur adı Boztepe.
Okulumuzun bulunduğu yer de çok sapa.
Adım Bekir ise soyadım Apa.
Ağlama babacığım gelirim bir gün.
************

Destan son veriyor selamlar başlar.
Selam eder iken akıyor yaşlar.
Dersi yapa yapa akıyor yaşlar.
Ağlama anneciğim gelirim bir gün.
***********

Önce baba sana selam ederim.
Gurbete düştüm böyle imiş kaderim.
Baba ellerinden hormetle öperim.
Ağlama babacığım gelirim bir gün.
***********

Anneciğim selam ederim sana.
Bol bol mektup at nolursun bana.
Ellerinden öperim ben yana yana.
Ağlama anneciğim gelirim bir gün.
*************

Kardeşlerim size selam ederim.
Sizleri andıkça bir ah ederim.
Bol bol selamlarınızı beklerim.
Ağlama kardeşim gelirim bir gün.
**********

Komşu arkadaşa selam söyleyin.
Beni sorarlarsa okuyor deyin.
Destan sona erdi hoşça kal derim.
Ağlama anneciğim gelirim bir gün.
*************
03.11.1975
Bekir APA (Akkaya)
Ordu İmam –Hatip Lisesi
Sınıfı : 6/C No: 380
Bekir Akkaya’nın Not Defterinden…

ANI-HATIRA kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

ÇARIKTAN AYAKKABIYA GİDEN BİR HAYATIN ÖYKÜSÜ-1 –Bekir AKKAYA

Çok sayıda yazılmış anı ve hatıra okudum. Şimdi bir bir sıralasam pek hoş olmayacak. Ama hala bu tür kitapları okumayı çok ama çok severim. Kendi hayatımı yazmayı bugüne kadar hiç ama hiç düşünmedim. Benim gibilerin hayatı sıradan bir hayat ki, kimi ne kadar ilgilendirir ya da ne işe yarar? Okul hayatımdan kısa bir kesiti sizlerle paylaşmam birileri tarafında hiç akla gelmeyecek türden değerlendirildi ki beni hayli düşündürdü. Yazanı önemli değil ama şu iki cümle beni epey etkiledi. Cümleler şöyle “ 1- Acıklı bir hayat ama tuzaklı. 2. Köklü bir dönüşümden satır başları. Bu gibi dönüşümler çaktırmadan birileri tarafından finansa edilir, geçmiş anlatılmayanlarda mevcuttur.”

Aynı yazıdan şu cümleler bir ibretlik. “Hoca sende neler çekmişsin bu halkın çocuklarından. Acıdım. Fakat aldanmadım. Cambaza bak cambaza. Bizde cambaz gözleyecek göz mü var?” Yazının diğer “coni” muhabbetini ve oradan bir kesime sataşmalar yazımızın hiç konusu olamaz.
Demek yazılanlar önem arz ediyor. Demek yazılanlar birileri tarafından ters istikamete çekiliyor ya da önemseniyor. O halde gerçek olan yaşanmış hayatları duymak istemeyen ya da terse yönlendirmeye çalışanlara inat yediden yetmişe nakletmek gerek. En azından çocuklarımıza yaşadıklarımızı anlatmak gerek.

Geçmiş ve yaşanmış hayatımıza kimsenin acımasını talepte etmiyoruz. Acınası hayatlar dünyanın her yerinde olsa da bizler şu anda acınması gereken durumda değiliz. Allah’ta kimseyi acınacak duruma düşürmesin.

Birileri dinlediklerine inanmayabilir. Bu yaşanmışlıkları ya da yaşanılanları görmeyebilir. Bu böyle olsa da bizim gibilerin durumları geçmişte kalmış ama yaşanmış hayatlardır.
Yazdıklarımızın “Tuzaklı” olarak değerlendirilmesi gerçekten ilginç. Yine yazılarımıza atfen “çaktırmadan birileri tarafından finansa edilir.” Cümlesi de enteresan bir cümle. Oysa bizim yazılarımızda isimler zikredilmekte ve şahitler gösterilmektedir. Bu kadar paranoyak bir insanın var olabileceğini insan düşünemiyor bile.

Geçen ay bizim köy olan Fizme-Karapınar’dan ve Fizme’de ilk, ilkokul diploması alan kız unvanlı Emekli Öğretmen Lale Türkoğlu (Saygı)’nın “Uluçayır’dan Gebze’ye…” adlı 164 sayfalık kitabını okudum. Lale Abla çok sağ olsun bir de bana göndermiş. Kitapta Lale Abla “ çocukluğundan başlayarak emekli olduğu güne kadar yaşadıklarını okuyucularıyla paylaşmış. Emekli olduktan sonra da Gebze Haber Gazetesinde köşe yazarlığını sürdürüyor.

Şimdi ben de çocukluğumdan başlayarak kendi yaşadıklarımı sizlerle paylaşmaya karar verdim. Henüz hiç bir satır yazmadım. Yazarken ben de beni takip edenlerle kendi geçmişimi tekrar yaşamış olacağım. Bazen çocukluk arkadaşlarımla totuk ya da bokuç oynayacağım. Bazen de geceleri kiraz hırsızlığına bazen de kirmit toplamaya gideceğim. Bazen “sivri” göle bazen de “kısık” göle yüzmeye gideceğim.Bazen bostan hırsızlığı yapacağım, bazen de mal gütmeye gideceğim. Bazen tut ağacından bazen de kiraz ağacından düşeceğim. Bazen okula gitmeyeceğim, bazen de dersleri asacağım. Bazen yolda dövüleceğim, bazen de döveceğim. Bazen inşaata çalışmaya gideceğim, bazen de fındık ameleliği yapacağım.

Bilenlerin bildiği gibi benim bütün yazılarım kendime ait olan “BLOG” ta yayınlanmakta ve arşivlenmektedir. Tüm dünyada “blog” daha çok günlük tutmak ve hatıralar için kullanılsa da diğer internet yayıncılığını da barındırmaktadır. Ama ben kendimi yazarken özellikle de kendime ait “blog” sayfası için bu yazıları yazdığımın bilinmesini istiyorum. İsteyen http://bekirakkaya.blogspot.com/ bu sayfaya girerek yazılarımızı okur ya da http://www.kumru.org sayfasından güncel yazıların linkine tıklayarak bizim yazılarımıza ulaşabilir.

Henüz başlamadım ve ileriki günlerde çocukluğumdan başlayarak tüm yaşadıklarımı yazmaya çalışacağım. Bu yazdıklarım sadece gittim, gördüm, yedim ve iştim türünden olmayacak. Elimden geldiği ölçüde çevremde olup bitenlerle ilişki kurmaya ve bir sonuç çıkarmaya çalışacağım. O günlerde tuttuğum notlarda ilgili hatıralarda yer alacak. Zaman zaman çevremde insanlarla yer değiştirerek yaşamaya çalışacağım…

Size bir ip ucu. Mehmet Efe’nin Mızraksız İlmihal’ini okuduysanız bunun gibi bir şey. Mehmet Efe Bir Dönemin İslamcı Gençliği’nin Anatomisini yazmıştı. Ve yazdığı kesimden büyük tepki almıştı. Ben başkasını değil kendimi yazacağım.

Belki bir Kuran Kursu Öğrenci dünyamı ya da İmam Hatipli kendimi. Ama hep kendimi yazmaya gayret göstereceğim. Gerçi zor bir şey ama en azından yazmaya gayret göstereceğim. “Topaldan İmam Olmaz!” yazıma yazılan yorumlar beni hayli etkiledi.

CELALETTİN DERVİŞOĞLU Kardeşim Kuran Kursu için 35 yıl önce yazdığım şiiri için şöyle demişti. “Bekir Hocam 35 yıl önceki düşüncelerinle şimdiki düşüncelerinde hiçbir farklılık yok mu? Eğer varsa bu yazıyı yayınlaman bence yanlış. Kendi içinde veya yakın çevrenle mütalaa etmen daha doğru olurdu. Bazılarına bazı şeyleri ulu orta ve de yıllar sonra deklare etmek sanki şimdi de böyleymiş gibi görmelerinin sebebi olacağı gibi bazı kurumlara antipatiyle bakılacağı düşüncesindeyim. Yazınızın bu boyutlara çekileceğini belki düşünerek yazdığını da sanmıyorum. Kötü niyette aramıyorum ama talihsiz bir yayınlama olduğunu düşünüyorum. Geri çekerseniz iyi olur. Değerlendirmenizi diler hayırlı akşamlar dilerim.”

YAKUP ALYURT denilen bilinmeyen zat ise “Topaldan İmam Olmaz” yazımıza aynen şöyle yazmıştı. “Açıklı bir hikaye ama tuzaklı ,açımtırak, yalın anlatılmış. İmamlı bir tarz anlatım. Köklü bir dönüşümden satır başları . Bu gibi dönüşümler çaktırmadan birileri tarafından finansa edilir, geçmiş anlatılmayanlarda mevcutdur. BU güne gelelim şimdi yardım kaynaklarınız daha iyi , başadamınız conilerde yaşar palazlandıkça palazlanır maşaallahhh, marşal yardımınız gelişdi maşallah. Nazar deymesin işallah kem gözlere şiş , yürüyün be kim tutar conilerin yardımıyla sizi .Aslanlar bedirin aslanları. Irak da müslümanlar ölüyormuş , filistin de zülüm arşi delmiş size ne . Hele gelsin dolarlar, bak memlekete müslümanlaştı dolarlar fazlalaştı müslümanlarda işgüç onlarda . Sermaye onlarda ya allah amerikaaaaa. He be hoça sende neler çekmişsin bu halkın çoçuklarından gayrı. ACIDIM . fakat aldanmadım. MANZARAYA BAK BAK.. çambaza bak çambaza. Bizde çambaz gözleyeçek göz mü var. KORK HAÇIDAN HOÇADAN , KÖRDEN TOPALDAN , BİRDE YERE ………….. YAKIN OLANINDAN. Söz doğru. İsabeti eyledik. Hoşçakalın .

Bu iki yazıyı karşılaştırdığımızda Celalettin Dervişoğlu haklı bir konuma geliyor. Yakup Alyurt gibi birilerine bazı şeyleri anlatmak mümkün değil. “Bana biri yardım etti” dediğiniz an Celalettin Dervişoğlu “sadaka, fitre, zekat, Allah için verme” anlarken Yakup Alyurt bu cümleden Amerikan ya da “coni” yardımı anlıyor.

Ben kesinlikle Celalettin Dervişoğlu kardeşime hak veriyorum ve bundan sonra da kendimi yazarkende söyledikleri önerileri hiç aklımdan çıkarmayacağım.

Ufak tefek kıyıdan kenardan yazılsa da Türkiye’de Kuran Kursları ya da bizim gibi oralarda yıllarını vermiş öğrencilerin dünyası henüz yazılmadı. Bu İmam Hatipler için de geçerli. Ben şahsen böyle bir kapsamlı ne roman ne de çalışma görmedim. İnanın ben şahsen böyle bir roman yazmayı bile düşündüm ama cesaret edemedim. Belki çocukluğumdan bu yana yazacaklarım arasında buralardan da geçmek nasip olur.
Ne bileyim. Bakalım söylediklerimi gerçekleştirebilecek miyim?

Mevla Görelim Neyler. Neylerse Güzel Eyler…

Buluşmak ümidiyle…

Bekir AKKAYA/18.05.2008/KUMRU

ANI-HATIRA kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

TOPALDAN İMAM OLMAZ!/BEKİR AKKAYA/KUMRU TV

Çatak (İslamdağ) Kur’an-ı Kerim Kursunda üç yıl okuduktan sonra Ordu İmam Hatip Lisesi Orta bire 1975-1976 yılında uzun uğraşılar sonra kayıt yaptırabildim. Benim kaydımı Şimdi Kumru Müftülüğünde Şef olarak çalışan Hüseyin Al Ağabey yapmıştı. Oysa Okul Müdürü Ekrem Şahin: “ Bu çocuğun ayağı topal, bundan imam olmaz, bunu kayıt yaptırman” demişti. Ben Ordu İmam-Hatip Lisesi Orta birde iken Hüseyin Al Ağabey son sınıfta okuyordu.

Birkaç yıl önce vefat etmiş olan çok değerli Çatak Kuran-ı Kerim Kursu hocalarımdan Fatsa Meşebükü’nden Mehmet Bahar Hocam özellikle benim ortaokul mezunu olmamı istiyordu. 1973’lü yıllarda henüz Çatakta ortaokul yoktu ve o günlerde açılacağı söyleniyordu.

1974 yılında kurulan CHP-MSP hükümeti dönemine kadar ortaokul kısmı kapalı olan İmam Hatip Liselerinin orta kısmı bu hükümet döneminde açıldı. İşte o günlerde benim gibi Kuran Kursunda okuyan yüzlerce kuran kursu talebesi 3-5 yılı hesap etmeyerek kendilerini İmam-Hatip Liselerine kayıt yaptırarak kurslardan ayrıldı. Kursta başarılı olan arkadaşlarımın tamamı 1974 yılında Çatak’tan ayrıldılar.

Benim durumum biraz belirsizdi.
Belirsizliğin birinci nedeni ayağımdı. 1972’de İsparta-Eğridir Kemik Hastalıkları Hastanesinde ameliyat olmuştum ama ayağımın üzerine hala basamıyordum. 1972’de bitirdiğim ilkokuldan sonra ayağımın topallığı nedeniyle bütün hazırlıkları yapmış olmama rağmen ve ilk kez Kumru’ya beşinci sınıfta gelerek ilk kez bir fotoğraf çektirmeme rağmen beni yatılı okul imtihanına sokmadılar. Nedeni ise kazandığım takdirde ayağı topal diye okula almazlar korkusu. O yıllarda yatılı okulu kazanmak çok ama çok önemliydi. Bizim köyde o yıllarda benim son sınıf öğretmenim Eski Kumru İlköğretim Müdürü ve Eski Fatsa Ilıca Belediye Başkanı Mustafa Aydın’dı. Dördüncü sınıfta ise bizim öğretmenimiz şu anda Ordu Özel Seçkin Kolejinde Halen öğretmenlik yapan Naime Öztürk(Issı)’tü. Ara sıra da yakın bir zamanda Kumru Atatürk İlköğretim Okulu Müdürlüğünden Emekli olan Cevat Köstek’te derslerimize giriyordu. Bu üç öğretmenime buradan sevgilerimi sunar ellerinden öperim. Bizlerde çok büyük emekleri mevcuttur.

Öğretmenimiz Mustafa Aydın beşinci sınıfta yaklaşık on öğrenciyi yatılı okullar için özel bir şekilde hazırlıyor idi. Bu özel kurslara sonuna kadar ben de katıldım. O yıllarda rahmetlik babam bu okullara tamamen karşıydı. Ve onun dediği oldu ve beni imtihana sokmadılar. İmtihana giren arkadaşlarımdan iki kişi okul kazandı. Bunlardan birisi şimdi Karadeniz Ereğlisi Cumhuriyet Savcısı Zülkarneyn Kısık ve diğer arkadaş ise Harun Ağcı. Bildiğim kadarıyla Harun Ağcı okumadı.

1968 yılında Fizme yolu yapılırken bir dozer şoförü ile güya arkadaş oldum. Hiç araba görmeyen biz çocuklar için dozer yolu yararken üzerinde hem de şoförün yanında oturmak benim için çok büyük bir ayrıcalıktı. O dozer şoförünün benim ayağımın yapıldığını söylemesi bize çok ilginç geldi. Nihayet 1972 yılında ilkokul bitince ben İsparta –Eğridir Kemik Hastalıkları Hastanesine ameliyat için gittim. Benim arkadaşlarım ise Kumru’da ortaokula başladılar.

Bir yıla yakın ayağım alçıda kaldı. Nihayet “benim büyük bir hoca” olmamı arzu eden babam beni Çatak Kuran-ı Kerim Kursu’na götürdü. Annem benim “hafız” olmamı arzu ederken, babam “Arapça” okumamı istiyordu. Nihayet babamın dediği oldu ve ben “Molla Camiye” kadar okudum.

Hocamız Mehmet Bahar’ı “Babam beni İmam-Hatip’e verecek” diye kandırarak 1974 yılında Kumru’nun yolunu tuttum. Ancak babamın bundan haberi yoktu.

Köye geldiğimde durumu anneme anlatınca, annem memnun oldu ve hatta babamı nasıl ikna edeceğini düşünüyordu. Kayıtların bitmesine on beş gün vardı. Babam neden geldiğimi sorunca da “Kursu 15 gün tatil ettiler” diye yalan söyledim.

Kumru ve Fatsa’da İmam Hatip Lisesi yoktu. En yakın ise Ordu idi. Ordu’da okumak için ise babama göre çok para idi. Babamda ise hiç para yoktu. Bununda ötesinde babam böyle okullara tamamen karşıydı.

Nihayet babam benim Çatak’tan kaçtığımı öğrenince ortalık karıştı. Evde kıyamet kopardı. Evden beni attı. Artık ben ahır ve samanlıklarda yatıyor, gündüz ise evi akşama kadar taşlıyordum.

Sonunda bu kavgada babam galip geldi ve beni tekrar Çatak Kuran Kursuna geri götürdü.

Bir yıl sonra ayağım biraz daha iyileşti ağrı, sızı azaldı. O yıl bir ay fındık ameleliği yaptım ve kaçmak için para biriktirdim. Eğer beni okula vermezlerse tekrar çok uzaklara kaçmayı planladım. Paramı da benden babam alır diye bankada bir hesap açtırarak oraya yatırdım. Okulların açılmasına az bir zaman kala ben Çatak’tan tekrar kaçtım. Eve geldiğimde annem beni kollarken babamdan her gün dayak yeme faslı başladı.

Pek umurumda değil ve ben planladığım şekilde arkadaşım Rasim Ahtikle birlikte İzmir’e kaçmayı kararlaştırdık. Rasim Ahtik’te Kumru’da Kursta hafızlık yapıyordu. Ve nihayet gününü ve saatini ayarladık. Ancak benim bankadan paramı almam gerekiyordu. Evden gizli Kumru’da cüzdanımla bankaya gittiğimde benden kimlik istediler. Daha sonra da yaşımın on sekizden küçük olması nedeniyle benim yatırdığım parayı bana vermediler. Yani yanımda babam olmalıymış. İşte bu nedenle de bizim kaçma planımız suya düştü.

Ama ben pes etmedim. Emekli İmam Hatip Mehmet Özbek Ağabeyi ve kardeşi Prof.Dr. Abdullah Özbek Ağabeyi devreye soktuk. Bunun özerine babam Abdullah Ağabeye söylemediğini bırakmadı. Bugün bile hala babamın Abdullah Ağabey’e söylediği şu sözlere hala güleriz. “Vermem hatip imama, çocuğumu gavur yapacaksınız, sen okudun da ne oldu” ve buna benzer çok daha ağır sözler.

Sonunda babam pes etti. Okullar kapanmadan Çataktaki Kurs aylıklarımı veren bizim “Hafız Emmim” dediğimiz Fatsa Hacı Hulisi Camii İmamı şu anda vefat etmiş bulunan (Allah Rahmet Etsin!) Hafız Mehmet Alkan Hocama durumu bildirmem için beni Fatsa’ya gönderdi. Ancak ben yanımda bulunan arkadaşım Rasim Ahtikle birlikte babamın verdiği 50 lirayı yedik. Hatta o gece akşam saatlerinde bir de yazlık sinemasına gittik. Sinemada elektrikler kesilince de sokakta kaldık. Geç olduğu için de bir tanıdığın evine gidemedik ve sokakta sabahlamaya karar verdik. İzmir’den gelen Aziz adında bir Kumrulu da bize katıldı ve biz üç kafadar sokaklarda gezerek sabahlamaya karar verdik.

O yıllarda sokaklarda gece bekçileri olurdu. Gece on ikilerde sokakta bekçilerden fırça yedik. Bunun üzerine parkta yatma kararı aldık. Biraz sonrada bizi polisler alarak Fatsa Emniyetine götürdüler. Sordular ve durumumuzu öğrendikten sonra da bizi gece ağırladılar, karınlarımızı doyurdular ve emniyette sabahladık. Sabah olunca da Kumru’dan tekrar köye çıktık.

Babama doğruyu söyleyerek “Hafız Emmimi göremedim” deyince de epey dayak yedim. Babam çaresiz olarak kendi Fatsa’ya gitti ve Hafız Emmimin onayını alarak beni Ordu İmam Hatip’e vermeye karar verdi.

Nihayet Fizmeye gelerek gerekli hazırlıkları yaptım ve babamla birlikte Fatsa’ya götürüldüm. Burada Hafız Emmim Mehmet Alkan Hocam beni Topal Ahmet denilen Müftülükteki bir hocaya katarak benimle birlikte Turan Keskin ve Ahmet Şahin adındaki arkadaşları da alarak Orduya gittik. Nihayet beni Okul Müdürü Ekrem Şahin’in “bu topaldır bundan imam olmaz” talimatına rağmen Hüseyin Al Ağabeyin Kumru Fizmeden olması nedeniyle kaydım gizli olarak yapıldı. İşte ben Ordu İmam-Hatip Lisesine ilk okuldan üç yıl aradan sonra böyle kayıt yaptırdım.

Peki babam parayı nerden buldu?
Ben Ordu İmam Hatip Lisesinin Orta birinci sınıfına kayıt olurken paralı yurduna da kayıt yaptırdım. Hatırladığım kadarıyla yurtta kalma ücreti bir yıl için dört bin lira idi. Bu paranın iki bin lirasını evdeki ala ineğimizi satarak karşıladık. Diğer kalan iki bin lirasını ise Fatsa’nın yardım severlerinden toplayarak benim okumamı sağlayan Hafız Emmim yani Hacı Hulusi Camii İmam-Hatipi Mehmet Alkan Hocamdı. Zaten Çatak Kursunda okurken benim aidatlarımı da Hafız Emmim karşılıyordu.

Orta ikide ise bu para nasıl karşılanacak belli değildi. Mutlaka benim Devlet Parasız Yatılılığı kazanmam gerekiyordu. Aksi takdirde okumam mümkün değildi. Nihayet o yıl yapılan sınavda ilk beşte parasız okulda okumaya hak kazandım. Ve Ordu İmam Hatip Lisesinin şimdiki binanın en üst katındaki pansiyonunda ilk yıl paralı okudum. Diğer kalan altı yılımı ise hemen okul bahçesinde yapılan yeni pansiyon binamızda parasız olarak “devlet”in verdiği paralarla okudum. Ve ondan sonra da hem ben ve hem de babam rahat ettik.

Bu yazıları asıl yazma nedenim şu.
İlkokuldan sonra ayağı topal diye beni sınavlara sokmamışlardı. Gerekçe ise yatılılığı kazanırsa okula almazlar diye…

Aradan üç yıl sonra Ordu İmam Hatip’e kayıt yaptırırken de Okul Müdürü Ekrem Şahin paramızı yatırdığımız halde “bu çocuktan imam olmaz, bu topal diyerek” beni kayıt yaptırmak istememişti.

Bir yıl sonra ise DPY sınavına girdim ve kazandım. Devlet Parasız öğrenci olarak okula kayıt yaptırırken yine benden hastaneden alınacak heyet raporu istediler. Sağlam raporu alamayacağımı anlayınca da gittim Ordu Devlet Hastanesinden sahte sağlam raporu aldım ve okula o raporla kaydımı yaptırarak altı yıl parasız okudum.

Son bir not. Bu topal ayağım bugüne kadar hep benim önüme çıktı. Nasipse sizlerle onları da paylaşacağım…Şimdilik Hoşça Kalın!/Bekir AKKAYA/ANI-HATIRA /KUMRU TV

ANI-HATIRA kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »