Bıçak Parası Üzerine

İki hafta önce yazdığımız “Yine Fatsa Devlet Hastanesi” yazımızla ilgili Fatsa Devlet Hastanesi Baştabipliği tarafından B1041SM4523801/2/5618 sayı ile adıma “gizli” ibareli bir yazı geldi. Karadeniz Haber Postası Gazetesinin internet sitesinde yazımla ilgili soruşturma başlatıldığını öğrenince, bilgilenmem amacıyla bana gelen yazının gizliliğinin kalmadığını düşünerek gelen yazıyı sizlerle paylaşmanın faydalı olacağını düşünüyorum.
Bana gelen resmi yazının konusu olarak “ “Sadet” Başlıklı Yazınız Hk”. İfadesi geçmiş. Oysa, “Sadet” benim yazdığım köşenin adıdır. Har hafta yazdığımız yazının tüm başında bu “Sadet” kelimesi mutlaka yer alır. Söz konusu yazımızın başlığı “Yine Fatsa Devlet Hastanesi” idi. Aynı yazının açıklama bölümü aynen şöyledir. “Sayın Bekir Akkaya, İlçemizde çıkan Karadeniz Haber Postası Gazetesinin 18.09.2006 tarih ve 194 sayılı baskısının 4. sayfasındaki “Sadet” başlıklı yazınız ile ilgili olarak gerekli incelemenin yapılması için Fatsa Kaymakamlık Makamına yazı yazılmıştır. Bilgilerinize rica ederim. Dr. Alaettin Arıkan –Radyoloji Uzmanı –Baştabip.” Dikkat edilirse başlıkla köşe adı burada da yanlış ifade edilmiş.
Bundan ne çıkar diye düşünülse de ben aynı kanaatte değilim. Çünkü gazetede köşe ismi süreklilik arz ederken, başlık adı verilerek sıradan bir yazı ve haber olur ki bu da doğru bir durum değildir… Çünkü ilgili “Sadet” köşesinde yine hastane üzerine birkaç yazımız çıkmış hatta tekzip metninde zikredilmiş, “Bıçak parası” yazısına da tekzip metni sebep olmuştur. Yazımız üzerine inceleme başlatılması işin doğrusu bizi sevindirmiştir.
Haber Vakti İnternet sitesinde ve Zaman Gazetesinde bu hafta yayınlanan ve şu anda yayında olan “Bıçak Parası” haberinin bir kısmını birlikte okuyalım. “Sağlık Bakanlığı’nın yaptırdığı bir araştırma ‘bıçak parası’ gerçeğini bir kez daha gözler önüne serdi. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın neticelerini tespit için yapılan kapsamlı anketten ilginç sonuçlar çıktı. Ankete katılan düşük gelirli vatandaşların yüzde 37’si daha iyi bir tedavi için doktora ‘bıçak parası’ verdiği ifade ederken, yüksek gelir grubundaki vatandaşların yüzde 57’sinin ise ‘doktora hediye’ verme yoluna gittiği belirlendi. Katılımcıların yüzde 30’u hekimlerin ilgisizliğinden şikâyet ederken, yüzde 44’ü hastalara ilgi, güler yüz ve saygı gösterilmesi gerektiğinivurguluyor. Sağlık çalışanlarının yüzde 56’sı hastalık ya da tedavi ile ilgili neler olabileceği konusunda hastaları uyarmıyor. Hastaların yüzde 50’si ilaçların yan etkisi konusunda bilgi verilmemesindenyakınıyor. Denetime rağmen bir türlü engel olunamayan ‘doktora bıçak parası ve hediye’ konusunda da ilginç sonuçlar elde edildi. Düşük gelirli hastaların yüzde 37’si tedavisinin yapılamayacağını veya erteleneceğini düşündüğü için hekime ‘bıçak parası’ verdiğini söylüyor. Yüksek gelir grubunda ise katılımcıların yüzde 57’si daha iyi tedavi olmak için doktora hediye verdiğini belirtiyor. Hastane veya personelle ilgili şikâyetler genellikle hasta hakları birimi yerine başhekimlere yapılıyor. Hastaların sadece yüzde 7’si şikâyetlerini hasta hakları birimine iletirken, yüzde 52’si hastane yöneticisi ile görüşmeyi tercih ediyor. Hastalara göre şikâyeti çözmek için ilgili kişiler yeteri kadar uğraş vermiyor. Genel olarak şikâyet sonucu ortaya konan çözümler memnun edici bulunmuyor. “
Bıçak parasını ben neden mi verdim? Düşük gelirli hastaların yüzde 37’si gibi yakınımın tedavisinin yapılmayacağını ya da kendisine zarar geleceğini düşündüğüm için. Birde ben vermedim daha önceden söylediğim gibi benden kuzu kuzu alındı. Bıçak parasını toptan değil, ilgili doktorun “kazandıkça getirirsin!” talimatına uygun taksitle kazandıkça götürdüm. İlgili bey geçenlerde “hizmet aşkından olsa gerek” konuşurken Fatsa’da yapılan ve ilerde yapılacak hizmetlerinde bir yılda kaç ameliyatın gerçekleştirildiğini ifade ediyordu. Birde eline geçen ya da geçecek “bıçak parasını” söylese de bize düşeni öğrenmiş olsak ta en azından borcumuzu peşin ödeyip bari aşağılanmasak.
Buluşmak ümidiyle…

Bekir AKKAYA/Karadeniz Haber Postası Gazetesi/Fatsa
HABER YORUM kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Dr. Mehmet Ümit Necef’ten

Bekir Akkaya,

Sizi bir soru icin rahatsiz edecegim. Kelime listenizdeki ”pasa” (devamli) kelimesinin kaynagi nedir? Tahminim bu kelimenin Turkce olmayan bir dilden, ya Lazca ya da Rumcadan, kaynaklandigi yonundedir.

Kolay gelsin,
Dr. Ümit Necef
Mehmet Ümit Necef (necef@hist.sdu.dk)

Bitkisel İlaçlar Üzerine

Geçen hafta Kumru Kınalılar Aile Çay Bahçesi’nde birkaç arkadaşla sohbet ederken “bitkisel ilaçlarla tedavi” özerine epey sohbet yaptık. Hepimizin “Koca Karı İlaçları” diye bildiğimiz tedavi uygulamalarını gizli veya açık bizim yaşıtlarımızdan uygulamayan büyük ihtimal yoktur. Birkaç yıl önce Kumru ve köylerinde bu tür tedavi yöntemlerini ve uygulamalarını araştıran biri olarak ilçemizde halkın birçok hastalık için bu yöntemleri uyguladığını yakinen biliyorum. Bizim bölgemizde birçok ot ve bitki türü orijinal ismi ile farklı olarak bilinse de baharatçılarda aradığınız her türlü malzemeyi bulma imkânımız vardır. Kendi üzerimde bile uygulayıp sonuç aldığım “okuma” ve “otların karışımı” ile yapılan ilaçlar bizim gibi tahsillileri bile hayrete düşürmüştür. Bizden de öte birçok kitapta bitkisel ilaç kullanımının Avrupa’da yasak olmadığını okuduğumda “Bizde neden yasak?” sorusu ister istemez aklımdan geçer.
Rıza Nur’u büyük ihtimal bilmeyenimiz yoktur. Cumhuriyetin ilk yıllarında Sağlık Bakanlığı yapmış Rıza Nur “Hayat ve Hatıratım” adlı kitabında kendisinin inanmadığı halde okumayla sivillerinin yok olduğunu belirterek tarifini de ilgili kitapta belirtmiştir. İlgili “okuma” şeklini köyümde memeleri sivil olan bir hayvana uyguladığımızda, hayvanda bir hafta içersinde bir tane sivilin kalmadığına hepimiz şahit olduk. Üstelik aynı uygulamayı öğrettiğim biri, yaparak birçok sivili bulunanı, bu uygulama ile hala kurtarmaktadır. Siz inansanız da inanmasanız da yaptığınız uygulama olumlu bir sonuç vermektedir.
Bitkisel ilaçların kullanımı ile ilgili araştırmalarda bu yöntemin tercih nedenleri arasında birçok neden bulunmaktadır. Bunlardan en önemlileri ise ucuz olmaları, kolay uygulanmaları, yan etkisi olmaması ve en önemlisi ise bilimsel tedavilerden sonuç alınamaması sonucunda, zorunlu olarak uygulanması olarak söylenebilir. Ben şimdi “ayağım yangısı” için sabah akşam otların karışımından yaptığım çayı içiyorum. Neticede birkaç kez “emar”da çektirdim, “tomoğrafi” de… Psikolojik deseler de, ağrıyı sızıyı ben hissediyor, en sıcak günde evimde soba yakmak zorunda kalıyorum…
Bu anlattıklarımdan bir çokları “bana ne” dese de, bir kişiye bile faydası olur düşüncesi ile son yaptığım bitkisel ilaç tedavisini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Çay bahçesinde yaptığımız sohbette Dostum İsmet Erçal’ın bir yönünü daha keşfettim. Kendisinin ifadesi ile uzun yıllar bel ağrısı çekmiş ve Kayseri’ye çok gidip gelmiş. Sonuçta tedavi de olmuş. Sözünü ettiği bitkisel ilaç tedavisi kireçlenme ve bel ağrısına da birebirmiş. Kınalı Çay Bahçesinin Sahibi Remzi Kınalı olayı doğruladı ve birçoklarına aynı yönetimi uyguladıklarını ifade etti. Ben bu hafta içersinde bir yakınıma bu ilacı uygulamaktayım. İsmet Erçal’ın bana verdiği tarifi sizlerle paylaşmanın faydalı olacağını düşünüyorum. Eğer sizlerin bel ağrısı ya da dizlerinizde kireçlenmeden kaynaklanan bir ağrınız ve sızınız varsa belkid e iyi gelir.
Malzemeler : 170gr. Kuru incir, 80gr. Kuru bamya, Bu ikisi 8 su bardağı su ile kaynatılarak suyun tamamen emmesi beklenecek ve kaşıkla her ikisi ezilerek lapa haline getirilecek.
Diğer Malzemeler : 100gr hakiki arı balı, 60 gr. Kristal hakiki zeytin yağı, 30gr. nane, 1 çay bardağı limon suyu. Bunların hepsi bir araya getirilip iyice karıştırılacak. Bu karışımı yaptıktan sonra bir miktar bandaj ve banda ihtiyacınız var. Sonra ilgili karışımı bir naylon içene koymalısınız.
Bu hazırlıklar bitmeden önce ağrıyan yeri sıcak sabunlu suyla ovup ilgili karışımı ilgili yere güzel bir şekilde saracaksınız. Bu sargı ağrıyan yerde 3 gün kalacak. Üç gün sonra ilgili karışım ağrıyan yerden alınacak ve ilgili ağrıyan yer sıcak suyla yıkanıp, sıcak sabunlu suyla iyice mesaj yapılacak. Daha sonra 3 adet yaka alınıp ağrıyan yere üst üste yapıştırılacak. Üç gün sonra “yakalar” yerinden alınıp, sıcak suyla iyice yıkanılıp daha sonra Vıcks’la Vazalin Krem karıştırılıp ağrıyan yere bir hafta sürülecek.
İsmet Erçal’ın iddiası kesinlikle tedavi. Ben şu anda uyguladığım için sonuçla ilgili bir şey söyleme durumunda değilim. İlerki günlerde Kumru’da yapılan bitkisel tedavi yöntemleri ile ilgili derlediklerimi sizlerle paylaşmayı düşünüyorum. Sizlerin de bu konuda yaptığınız faydalı tedavi yöntemleri varsa bizlere ulaştırmanız durumunda adınızla burada yazmaktan memnunluk duyarız…
Hepinize sağlıklı günler diliyorum…
Bekir AKKAYA/KUMRU HABERCİ GAZETESİ

DÜŞÜNCE VE YORUM kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Yalandan Şenlik : 200 Milyar/Bekir AKKAYA

Bundan tam iki yıl önce Kumru-Ericek Şenliğine para ile davet edilen güya sanatçı efendi “ CD’mi Ankara’da Unuttum” diye sahneye çıkmamıştı. Bizde bunun üzerine “Yayla şenliklerinin kime ne yararı var?” konulu bir yazı kaleme almıştık. Orhan Özdil görüşlerimize katılarak “ben yaylaya kuşların, böceklerin, rüzgarda ağaçların seslerini, onların çıkardığı notaları dinlemek, ruhumu dinlendirmek için çıkıyorum, böceği börteği ürkütmek için değil” diye tepkisini ortaya koymuştu. Şimdi 2006 ve o günden bugüne tam iki yıl geçti.
Gazetemizde ve internet haber kanallarında yayınlanan haberi özet olarak birlikte okuyalım. “Kumru Belediye Başkanı Ticabi Civelek “Kumru’da düzenlenen Ericek ve Düzoba Yaylası Şenlikleri, yaz döneminde çalışma imkanı bulan belediyenin çalışmalarını aksattığı gerekçesiyle iptal edildiğini belirterek , “ilçemizde iki yıldır düzenlediğimiz Ericek ve Düzoba Şenlikleri’nin bir artısını göremedik. Belediyemize maddi külfetin yanında, manevi külfet de getirdiğini önceki yıllardan biliyoruz. Haziranın sonunda yaptığımız Ericek ve Temmuz ayının sonunda yaptığımız Düzoba Şenlikleri nedeniyle, çalışmak için uygun olan iki aylık yaz döneminin bir ayı da gitmiş oluyor ve bir aylık iş kaybımız oluyor. Ericek ve Düzoba Şenlikleri’ni iptal ettik.”
Bu satırların yazarına göre alkışlanacak bir karar. Her gün gümbürtülerle dinlediğimiz sanatcı efendilerin en ucuzu, taktıkları CD’ler eşliğinde kıvırmaların bedeli sadece biri için en ucuzundan 50 milyar … İki sanatcı efendinin bedeli ise 100 milyar…İki yalandan şenlik gideri 200 milyar…İki yıl önce yazdığımız türden hiçbir alt yapısı olmayan ve yaylalarımızı kirletmekten başka ilçeye hiçbir katkısı olmayan şenlikler neden yapılır anlayamazdık…
Şehirden getirilen sular hem de sımsıcak zemzem fiyatına satılırken, bir yudum yayla suyu içmeden gelmek, üç beş kişinin anlık zevkine alet olmak sosyal belediyecilik anlayışına yüzde yüz terstir. Ve haklı olarak Kumru Belediyesi böyle bir karar alarak önemli bir istismarı ortadan kaldırmıştır.
Kararı yerinde bulmayanların tepkilerine birlikte bir göz atalım. F.S diyor ki, “Sosyal yönden zaten çat pat etkinlik yapan ilçemizde yayla şenliklerinin iptal olmasına bir anlam veremedim.” Diyor. Oysa Kumru’da her haftaya yaklaşık iki etkinlik düşer. Sadece Erçallar Kültür Sarayı bırak Kumru’yu bu nedenle başka ilçe etkinliklerine bile ev sahipliği yapar…Bir akşam Kumru Türkü geceleri olurken, bir başka akşam çiğ köfte eşliğinde sazlar çalınır geç vakitlere kadar keyif yapılır…Siz hiç “Köyün delisi”ni ya da “nalınlar” gibi tiyatroları iki haftada bir Kumrululara sunan bir yer gördünüz mü?
A.B ise :“ Kumru’ya şenlik için geliniyor…Zaten Kumru’nun başka iyi tarafı yok ki” derken Kumru merkezde yaşayan 18 bin insanın farkında değil…Oysa Kumru belki de sosyal ve kültürel yönden Türkiye’de sayılı ilçelerden biri…K.K ise “yayla senlikleri kumru halkının tek eğlence” si derken aynı gün toz duman içersinde gidip gelmeyi, bir günde iki güya sanatçıya 100 milyar vermeyi, yaylada bidon suyu içmeyi, sıkışınca wc aramayı, yaylaya çıktığı halde kola içmeyi bir yudum ayran içememeyi eğlence olarak görmek nasıl bir şey ki?
İ.E ise “Bu sezonda ilçemize dışardan çok sayıda misafir, yurtdışından gurbetçiler geliyor. Dolayısıyla ilçemize parada geliyor.” Derken hiç yoktan yere belediyenin şenlikler için verdiği paranın bir hesabını yapsa aynı sözü söyleyemez. Eğer Kumru’ya bir getirisi varsa şenlik elbette yapılsın. Ben bütün şenliklere katılan biri olarak söylüyorum ki, belediyeden çok miktarda bu şenlik nedeniyle para gidiyor…Eğer belediyenin parası varsa Kumru’da yaşayan fakir fukaranın su parasından indirim yapsın. Ya da daha faydalı işlere kaynak aktarsın.
Çilek şenliğinde çilek var mı? Yok. Ceviz Helvası Şenliğinde, ceviz var mı? Yok…Helva gördünüz mü? Yok. Düz Obaya Çıktınız, ayran içtiniz mi? Yok. Yoğurt yediniz mi? Yok. Bir yıl içersinde şenlikte tanıttığınız ürününüzü pazarlaya bildiniz mi? Yok. Ürününüz var mı? Yok. Kendi sanatçınız var mı? Yok. Yörenize yaptığınız şenliğin hiç katkısı var mı? Yok. Belediye masrafa giriyor mu? Çok. Çok… Misafirleri ağırlayacak oteliniz var mı? Yok. Şenlikler için basılan afiş ve davetiyelerin parası ne kadar? Çok çok. Şenlik hazırlıkları ne kadar sürer? Üstü kalsın…
Bütün bu yokluklardan ve çokluklardan sonra şenlik iptalini yanlış bulanlar işin bu yönlerini büyük ihtimal düşünmemişlerdir. Biz şenlik iptalini doğru bir karar olduğunu düşünüyor, Başta başkan Ticabi Civelek olmak üzere, tüm kararda imzası olanları tebrik ediyoruz…
Buluşmak ümidiyle…
Bekir AKKAYA/KARADENİZ HABER POSTASI GAZETESİ

DÜŞÜNCE VE YORUM kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Yumurta mı Tavuktan, Tavuk mu Yumurtadan Çıktı?/Bekir AKKAYA

Gazetelerin “Tüketici Hakları” köşelerine “haklarımı bilmek” yönünden sık sık bakan biriyimdir. Tüketicilere yönelik yasalar ve bilgiler epey işime yarar. Yapılan yasal düzenlemeler “bilinçli bir tüketici” için gerçekten yarar sağlıyor. Alanla veren arasında bir sözleşme yapılıyor ise genelde malı satan kanuni incelikleri de sözleşme metnine çoktan yazmıştır.
Genelde alıcı hep zarara uğrayan taraf olur. Yani size sözleşme teklifi getiren taraf hangi durum olursa olsun bilmeniz gereken en önemli husus teklifi getiren kişi kazançlı çıkacaktır.
Bu bilgiden yola çıkarak ilerde zarar ya da dolandırılma durumu söz konusu olması halinde haklarımıza karşı da duyarlı ve bilgilenme en uygun yoldur. Zaten ilgili taraf sizden önce hedefe koyduklarını belirleyerek yanınızdadır. Bu durumda sizinde hangi durumda bulunursanız bulunun kurtulmanız biraz zordur. Tek yapacağınız şey “git kardeşim başımdan” deme cesareti göstermeniz olacaktır.
Bütün bunları bildiğiniz halde ilgili metne imza atarak aranızda bir alış-veriş gerçekleştiyse bu eşler arasında bir nikâha dönüşmüş olur. “Ben bilmiyordum” ya da “ben yanlış yapmıştım” sözü bir anlam ifade etmez. Boşanacaksanız ya da imzaladığınız metni yırtacaksanız yine kanuni yollarla hak arama yoluna gideceksinizdir. Ancak hâkim bilgi ve belgelere göre karar vereceğinden sizin imzaladığınız kâğıdın arakasına da bakarak karar verir. Dolayısıyla eşinizle boşansanız dahi malınızdan ve kıymetli eşyalarınızdan da epey kayba uğramak artık kaçınılmaz olur. Ya da bilinçsizce aldığınız kapıya gelen o eşyadan epey zarara uğrayarak sonuca gidersiniz.
İki kişinin kendi istekleri ile oluşturduğu bir durumdan üçüncü kişilerin sorumlu tutulması mümkün değildir. Başlangıçta alan ve veren memnun ise ve yapılan işlemler kanunlara uygun ise, doğabilecek sonuçtan başkalarını suçlamak son derece yanlıştır.
Hayatımda iki konuya hep uzak kaldım. Biri futbol, diğeri para piyasası… Borsanın ne olduğunu bilmediğim gibi, altılı ganyanda hiç oynamadım. Üç beş kilo fındıktan başkalarından duyduğuma göre ben de zarar etmişim. Ama bundan kime ne ya da kimin zarar ettiğinden bana ne! Neticede her yıl olduğu gibi bu yılda fındığımı bir dostun deposuna bıraktım. Aramızdaki sözleşme ikimizin arasında bir durum. Özel ilişkilerimide sizlerle paylaşmak doğru olmaz. Neticede “aramızdaki sözleşmeyi” güle oynaya yaparken siz yoktunuz ki. Şimdi ben tutup ta “ben zarar etmişim devlet nerede” ya da “hükümet nerede” diye amcamı dayımı mı çağırayım? Hatta amcamla dayım hatırlar gibi oluyorum beni uyarmıştı bile… Kimse benim elimden fındığı zorla almadı ki…
Ben üretici ya da tüketici olarak kanuni düzenlemelerin istismarcılığın ortadan kaldırılarak, bilinçsiz tüketicilerin mağdur olmamasına yönelik yapılmalarını arzu ediyorum. Bilinçlenmek ve haklarımızı da bilmek üreticinin de tüketicinin de birinci derecede kendi yararınadır. Kanunlara uygun iki taraf arasında yapılan alış veriş kime yarar veya zarar verirse versin, üçüncü şahıslara sorumluluk vermez. İlla da bir haksızlık varsa gidilecek yer yine imza atılan sözleşme metnine uygun bağımsız mahkemelerdir.
Benden borç alarak dükkân açan birine günü gelen borcunu ödemediği takdirde o dükkânı kanuni yollarla sattırır parasını alırım düşünüyorum. Gerçek manada iflas ise “zengin olması için Allah’a dua ederim.” Fisko-Birliğe bir de bu yönden bakmak gerekmez mi?
Buluşmak ümidiyle…
Bekir AKKAYA/KARADENİZ HABER POSTASI GAZETESİ

DÜŞÜNCE VE YORUM kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Şenliklerimiz “Geleneksel”miş! Bekir AKKAYA

“Beni anlamıyor!” sitemi kelime ve kavramları kullanmamaktan değil, kullanılan kavram ve kelimelerin ne anlama geldiğinin bilinmemesindendir. Aynı dili konuşsak da, aynı kelime ve kavramlardan farklı anlamlar çıkarabiliyoruz. Cahilde olsak, çok bilmiş havalarına da girsek bu tür ukalalığı “bana göre” sözünü kaynak diye etrafımızdakilere dayatmaya çalışıyoruz. Oysa, bir konudan söz ederken, ilgili konunun olmazsa olmazlarını ortaya koyup, işin uzmanlarınca bilinen kelime ve kavramların orijinaline bağlı kalınması, olmazsa olmaz bir yöntem olmalıdır. Desteksiz “bana göre, sana göre” çekişmesi “sapla samanın birbirine karışması”na neden olur ki, buna bağlı olarak arzu edilen bir sonuçta hiçbir zaman ortaya çıkmaz. Bu yüzden de tartışmalar ya kavga ile ya da dargınlıkla sona erer.
Geçen haftaki “Şenliğe Hayır” yazım üzerine olumlu ve olumsuz enteresan tepkiler aldım. Bana gelenlerden bir tanesi epey ilgimi çekti. Gelen mesaj kısaca aynen şöyle ” Gelenekleşmiş bir şenliğin ortadan kaldırılmasını nasıl olumlu buluyorsunuz?”
Ben bu yazımda şenlik falan yazacak değilim. Gelen mesajlarda benim dikkatimi çeken “gelenek” kelimesi. Zaman zaman çok bilmişlerce “Birinci Geleneksel bilmem ne proğramına davetlisiniz.” Türünden kartlar elimize ulaşır. Çok bilmişliğin bu kadarı ya bizim ilçeye mahsustur ya da bu bir ülke insanı manzarasıdır. Prof ve Dr. Unvanlı hem de bir dekanın “evlenecem” hesabı ile 135.000YTL dolandırılmasını gazetelerde okuyunca “Birinci geleneksel davetiye” türünden etkinliklerin kocaman afişlere yazılmasını işin doğrusu pek yadırgamasam da, çokta doğru bulmuyorum.
Kumru şenliklerini “geleneksel” olarak algılayan ve bu yüzden “Gelenekçi Bilmişler”e faydalı olması açısından kaynağından “Gelenek” kelimesine orijinalinden bakmakta yarar var. Meydan Larousse, 7. Cilt, Sayfa: 457 de Gelenek ne anlama geliyor bir göz atalım. Gelenek : Uzun bir zaman süresi boyunca, efsane, olay, doktrin, görüş, töre v.b. sözlü ve fiili aktarımı. Nesilden nesle aktarımla bilinen veya yapılan her şey. Gelenek yoluyla aktarılan adetlere bağlılık. Hayat Büyük Türk Sözlüğü, Sayfa 418’de ise Gelenek : Alışıla gelmiş şeyler. Ananelerin cemiyet hayatında temelli vazifelerinin bulunduğuna inanan doktrin.
“Nesilden nesle aktarımla bilinen veya yapılan her şey” cümlesinden ya da “temelli vazifelerinin bulunduğuna inanan doktrin.”cümlelerine zorlama ya da “demagoji” ile de olsa yaptıkları her etkinliğe “geleneksel” ifadesi kullananlar bundan sonra böyle bir ifade kullanmazlar sanırım.
“Gelenekçi bey” asıl içinden geçenleri söylemek istemediğinden sokakta duyduğu “gelenek” sözüne yine sokak duyumları ile yorum getirmeye çalışsa da asıl kaynaklar kendisini yalanlamaktadır. Bir şeyin gelenekleşmesi için “nesilden nesile aktarımı” olması gerekir ki, bizim yayla şenliklerinin böyle bir tarihi geçmişi bulunmamaktadır. Birkaç yıl için yapılan her hangi bir şeye “geleneksel” ifadesi kullanma, emin olun çet yaparken dolandırılan Prof’u bile güldürür.
Kumru ve köyleri olarak düğünlerimizde, davetlerimizde ve cenazelerimizde olmazsa olmaz geleneklerimiz vardır. Dini yaşantılarımızda ya da ailevi hayatımızda ya da sosyal hayatımızda da bir çok geleneklerimiz mevcuttur. Ancak Kumru olarak gerek şenlik, ya da festival ya da folklor kültüründe bir geleneğimizin olduğunu kimse söyleyemez. İstisna olarak İki Fizme’nin Kurban ve Ramazan Bayramlarında yaptıkları bayramlara “geleneksel” denilebilir.
İnsanların yönlendirilmeleri ile yapılacak işe bin bir tantana ile çağrılması söz konusu ise bu bir araya geliş gelenekleşmiş olarak adlandırılamaz. Geleneğin yerleşmesi ve kökleşmesi uzun yıllara dayanır. Suni ya da geçici etkenler ortadan kaldırıldığında yapılan iş sürdürülmüyorsa bu nasıl gelenekleşmiş olur? On yılda bir darbe yapılması darbeyi gelenekleştirmeyeceği gibi numaradan şenlikte şenliği gelenekleştirmez.
Gelenekleri ise hiçbir etken ortadan kaldırmaz. Bir süre baskılarla yapılan geleneksel etkinliklere ara verilebilir ama, kökleşmiş geleneklerin gizli olarak yapılmasını da kimse önleyemez… Eğer Kumru’da bize geçmiş nesillerden miras bir geleneğimiz varsa yapılacak şenlikleri de buna bağlı olarak yapmak en doğru yoldur. İlla da şenlik yapılacaksa, olmayan bir “gelenek” kelimesine sığınarak söz söylemeye çalışmakta doğru bir durum değildir.
Buluşmak ümidiyle…
Bekir AKKAYA/KUMRU HABERCİ GAZETESİ

DÜŞÜNCE VE YORUM kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Bilgece Yaşamakmış! -Bekir AKKAYA

Kişisel gelişim uzmanlarınca önerilen bazı kitap isimlerini sizlerle paylaşmak istiyorum. “Anlaşarak Mutlu Yaşayın, Bilgece Yaşamak, Hayata Gülümse, Her İnsan Hükümdardır, Kocanızın Başarısı Sizin Elinizde, Mutluluk ve Başarı Yolları, Yaşam Coşkusu, Yürek Bilekten Güçlüdür, Babalık Coşkusu, Çocuk Kalbi, Ev İşlerini Savaşa Dönüştürmeyin, Sinirlerinize Hakim Olun, İnsan Denen Meçhul, Olumlu Yaşama Sanatı, Etkili Dinleme, Başarılı İnsanın Karar Anı, Cesaret ve Fazilet Mücadelesi, vs…”
Öğrendiklerimizle ilişkilerimiz arasında yüzde yüz bir çelişkiyi her gün yaşıyoruz. Ya bu kitaplar yalan ya bizde bir terslik var…Okudukça saldırıyor, öğrendikçe batıyoruz…
Fiskos içersinde debelenen bir iş yeri. Dedikodu üreten bir fabrika ya da sokak…Kimin eli kimin cebinde belli değil…Öğrendikçe kibirleniyor, bilgilendikçe hırsa biniyoruz…
Özden söz edenlerin aksine, söze cila çekiyoruz. Görüntü ve hatiplik mükemmel. Pozitif düşüncenin yöntemleri ve hayata gülümse…Ahlak ve fazilet illa da imaj…Gülümsedikçe riyakarlık fazlalaşıyor…Bir yığın bilimsel ve ilimsel bilgi…Kurallar ve kaideler…Bir o yana bir bu yana her gün yalpalıyoruz…İlişkiler dünyalık menfaate endeksli…Ruhtan uzaklaştıkça cilalar kalınlaşıyor…Mutlu olmanın bir yolu var ama ben bilmiyorum.
Aşağıdaki ilişki bir kapı aralıyor ama kişisel gelişim uzmanları bu kapıdan çok uzakta gözüküyor. Söz özden gelmeyince, hayata pek yansımıyor… Özün kişisel gelişim uzmanlarından ufak bir yansıma…
“Bir adam kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektas Veli’nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar dergâhlar ayni zamanda aşevi işlevi görüyordu. Durumu Hacı Bektas Veli’ye anlatır ve Hacı Bektas Veli – “’Helal değildir “ diye bu kurbanı geri çevirir.
Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve ayni durumu Mevlana’ya anlatır. Mevlana ise ; bu hediyeyi kabul eder. Adam ayni şeyi Hacı Bektas Veli’ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana’ya bunun sebebini sorar. Mevlana söyle der: – “Biz bir karga isek Hacı Bektas Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.” Der.
Adam üşenmez kalkar Hacı Bektas Dergâhı’na gider ve Hacı Bektas Veli’ye, Mevlana’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektas Veli’ye sorar. Hacı Bektas da söyle der: – “Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.”der…
Böylesi tevazu ve incelikle, birbirlerini yermek yerine yüceltebilmeyi becerebilen bir insan olmamız dileğiyle…
Bekir AKKAYA/KARADENİZ HABER POSTASI GAZETESİ

DÜŞÜNCE VE YORUM kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Kardelenden Haberciye Merhaba!-Bekir AKKAYA

Okuduğum her hangi bir yazıyı okumadan önce geçirdiği aşamaları düşünerek okurum. Bu yolla ilgili yazı benim gözümde daha fazla anlamlaşır ve büyür. Ve ben ilgili kitap, dergi ve gazeteden çok fazla istifade ederim. Bu benim bakış açım tüm iş ve işlemler için geçerlidir. Yazılan bir kitap ne kadar sıkıcı olursa olsun, bana ulaşıncaya kadar ki safhaların güçlüğünü düşünerek ondan mutlaka yararlanmaya çalışırım.
Çoğu kez insanlar kendi yeteneklerinin farkına varmazlar. En önemli husus insanın kendi kendini keşfetmesidir. İşe başlamadan önce kendi yeteneğini ve neye yatkın olduğunu bilmek, yola çıkmadan yolu yarılamaktır. Yeteneklerini keşfederek aklını kullanan ve kendine güvenen her insanın başarılı olmaması düşünülemez. Yeteneği ve gücünün farkında olmayanlar ise kendi farkına varamadıklarından, yeteneksiz de olsa farkına varanların piyonu olmaya mahkûmdur. Daha doğrusu insanın kendini tanıyarak yaptığı işin farkını ve önemini kavrayarak sürekli de geliştirerek kendini yenilemesi başarıya başarı katar. Başarısızlığın asıl nedeni de insanın kendisidir. Bu durumda kendi hatalarımız, başkalarını suçlamayı gerektirmez.
Bazen insan, kendi boş zamanlarını değerlendirerek, hoş vakit geçirmek amacıyla değişik işler yapar. Birde bakarsınız ki, yaptığınız iş sizi aşmış olur. Faydalı ve önemi sebebiyle artık o sadece sizin değil, başkalarının da değeridir. Ulaştığınız her alana karşı istemeseniz de sorumluluğunuz vardır. Bu durumda gerekli önlemleri almak gerekir. Zaten olması gereken de gücünü ve yeteneğini bilerek önce kendine, çevresine ve tüm insanlara faydalı olmaktır.
Kumru Kardelen gazetesi, yetenekli dostumuz Raif Çevirme sayesinde 1. yılını tamamladı. Öncelikle kendilerini kutluyor, edebi dergiler kadar nefis Kardelen’e nice yıllar diliyorum. Bu vesile ile önemli olan birkaç hususu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle Kumru Kardelen bir yıl zarfında kendi kendini aşmış, önemli bir boşluğu doldurmuştur. Bu süre zarfında bazı kesimlerce görülmemeye, ciddiye alınılmamaya çalışılmıştır. Gazetenin önemini çok iyi bilen bu kesimler Kumru’da gazete arzu etmemektedir. Sözünü ettiğimiz bu kesim işlerine geldiği veya parasız reklâm arzuladıkları zaman yapmadıkları halde yapmış gibi masa başında haber yazarak gazetede yayınlatmaktan da geri kalmamışlardır. Bu durumda Kumru Kardelen’e iş düşmektedir.
İkinci olarak Kumru’yu sevenlerin bu gazeteye sahip çıkmaları gerekir. Bazı olumsuz yaklaşımlara Kumru açısından bakmaları gerektiğini düşünüyorum. Kumru’nun tanıtımı ve her yönden eğitimi için gazetenin önemi bir kez daha gözden geçirilmelidir. Ordu’nun her ilçesinde gazete çıkarken Kumru’da aralıksız bir gazetenin çıkmamasının izahını yapmak mümkün değildir.
Kumru Kardelen’e bundan sonraki yayın hayatında başarılar diliyorum.
Okuduğunuz yazı bundan tam altı yıl önce tarafımdan Kumru Kardelen Gazetesinde yayınlanan bir yazıdır. Bu yazıdan birkaç ay sonra gazete yayınına son verdi. Ve değerli dostum Raif Çevirme kaldığı yerden devamla bu kez Kumru Haberci olarak yayına başladı. Kumru adına faydalı olacağına yürekten inanıyor, başarılar diliyor, altı yıl aradan sonra sizleri yürekten selamlıyorum.
Buluşmak ümidiyle…
Bekir AKKAYA /KUMRU HABERCİ GAZETESİ

DÜŞÜNCE VE YORUM kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Ayna’da Yansımasını Göremeyenler-Ekrem SAYGI

Anlatıldığına göre; Erzurum’un bir köyün de, Köylünün tamamı ve şıh, hayatında hiç ayna görmemiş. Köylünün biri ayna ile ilk karşılaştığın da, aynayı eline alıp bakmaya başlar. Ardından ayna da gördüğü kendi yansımasını ölen kardeşi zannedip başlar ağlamaya. Kardeşini çok sevdiği için aynayı koynuna alıp yatar. Hanımı, eşinin ayna koyununda yattığını görünce şüphelenir. Sessizce ve eşini uyandırmadan aynayı alıp dikkatlice bakar. Ayna da kendi yansımasını gören kadın, öfkeden kudurmuş bir şekil de “Vay” der heyecanla. ” Herifim beni bir karı ile aldatıyor” Aynayı alır, köyün şıhına gider. Aynayı göstererek “şıh efendi” der. “Benim herif beni bir karı ile aldatıyor” Şıh aynayı alır dikkatlice bakar. Kadına dönerek ” Bacım ” der. ” Bu bi karıdan ziyade hıyara benziir ” der.

Fizme Beldesi Karapınar mahallesinde, “Benim de mahallem olan” Beldeye gittim. Belediye işçileri çalışıyor, bizde kenarda sohbet ediyorduk. Kepçenin taşıdığı toprak benim iznimle bahçeme atılıyordu. Bahçemin kenarından geçen su argı toprak ile dolacağı için işçilerden birine ” Bize yardımcı olun, Belediyeden büz alalım su argı toprak altında kalıp taşkınlık yapmasın ” dedim. Bu arada belediye işçisi, ” abi, biz o işe bakmıyoruz, o işe şu gelen vatandaş bakıyor” dedi. Başımı döndürüp baktığım da, karşıdan gelen vatandaş. Eli telsizli, şık giyinimli, kasıla, kasıla bize doğru yaklaşıyordu. Kendisini tanımıyordum. Sonradan öğrendim adı, Zeki ASMA Fizme Belediyesinde çalışıyormuş. Önce “hoş geldin” deyip elini sıktık. Öyle ya adamın eli telsizli. Arkasından su argına buz koyulması için yardımcı olunmasını istedim. Aldığım cevap ne olabilir sizce. ” Biz öyle işlere bakmıyoruz” Aldığım cevap karşısında şoke olmuştum. Belediyenin görevinin ne olduğunu ve nereden geldiğini sorduğum da, Kendilerini “halkın getirdiğini, seçilerek geldiğini” ifade etmesi üzerine, “sen Belediye Başkanı’ mısın? Yoksa, ben mi karıştırıyorum” dedim. Aslında kendilerini şıh hazretlerine göndermem gerekirdi ama, bizim memlekette şıh olmadığı için gönderemedim. Büyük projeler ve büyük işler yapan(!) öyle ufak tefek işlere bakmayan belediyeyi karşıma alıyorum. Bunların yaptıkları büyük işlermiş,(!) attıkları taş, ürküttükleri kurbağaya bile değmiyor,
Kısa konuşmalardan sonra adamın cahilliğine tahammül edemeyeceğim için bölgeyi terk ederek ayrılmak zorunda kaldım.
Benim bildiğim Belediye başkanları seçimle iş başına gelir. Valla ne söylenir bilmem ama, Bir belediye işçisi veya memuru, bir ilçe veya belde de ben seçimle iş başına geldim diyorsa ortada bir sorun var demektir. Ya Fizme de olmayan ve hiç yerinde durmayan belediye başkanı beceriksizliğinden görev ve yetkilerini kendilerine devretmiştir. Ya da Belediye başkanı görevini yapmayarak görev ve sorumluluklarını unutmuş demektir. Zaten fizme beldesinde ne Belediye Başkanı var, ne de ortada sağlam görünen bir belde. “At sahibine göre kişnermiş ” Aslında belediye işçisinin hiçbir suçu yok ki. Zaten Fimede başkan yok ki. Başkanın’ nerede olduğu belli değil ki. Görevi süresince bütün işi, vefasını göstermek zorunda olduğu, Gurup Başkanımız sayın Eyüp FATSA’yı karşılamak olmuştur. Fizme’ yi merak edenler gelsin, görsün, iki dönemdir iş başında olan Sayın Başkan neler yapmıştır. Fizme Beldesinin bütün mahallelerinde, insanların yüzde sekseni bir biri ile husumet halindedir. Fizme Belediye olduktan sonra insanların birbirlerine karşı husumeti arttıkça artmıştır. İki fizme birbirine düşman olmuştur………
Bu sebeple, ben burada uzun, uzun belediye başkanının görevinden bahsetmeyeceğim. Fakat ilgili vatandaşın da Başkanın da bilgilenmesi amacıyla, Belediyenin görevlerini hatırlatmadan geçemeyeceğim.

1- İmar, su ve kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel alt yapı; coğrafî ve kent bilgi sistemleri; çevre ve çevre sağlığı, temizlik ve katı atık; zabıta, itfaiye, acil yardım, kurtarma ve ambulans; şehir içi trafik; defin ve mezarlıklar; ağaçlandırma, park ve yeşil alanlar; konut; kültür ve sanat, turizm ve tanıtım, gençlik ve spor; sosyal hizmet ve yardım,
2- Okul öncesi eğitim kurumları açabilir; Devlete ait her derecedeki okul binalarının inşaatı ile bakım ve onarımını yapabilir veya yaptırabilir, her türlü araç, gereç ve malzeme ihtiyaçlarını karşılayabilir; sağlıkla ilgili her türlü tesisi açabilir ve işletebilir; kültür ve tabiat varlıkları ile tarihî dokunun ve kent tarihi bakımından önem taşıyan mekânların ve işlevlerinin korunmasını sağlayabilir, bu amaçla bakım ve onarımını yapabilir, korunması mümkün olmayanları aslına uygun olarak yeniden inşa edebilir.”
Evet Belediyelerin görevlerinden Bir kısmı böyle. Şimdi Fizme Beldesini ele alalım. İmar, su ve kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel alt yapı var mı? Yok. Çevre sağlığı ve temizlik var mı? Yok, yok, yok, yok, yukarıdaki sayılanların hiç biri yok, zaten ortada görünen bir belediye de yok. Ne belde sakinleri belediye ile ilgili bilinçli. Ne de belediyede çalışanlar. Aynaya yabancı olan köylüler gibi, belediye insanlarına yabancı, insanlar belediye’ye. Eli telsizli gezmeler devam etsin, gelsin paralar, gitsin paralar. Fakat nereye olduğu önemli değil. Nasılsa kimse kimseden hizmet istemiyor. Evlenme cüzdanı imzalansın, arasıra ilmaber imzalansın vs vs…. yeter. Ne gerek var hizmete. Hizmet bu işte.
İnsanları kendileri ile, birbirleri ile uğramaşktan etrafındaki güzellikleri, kendilerinin sorumluluğunda olduğu hiçbir şeyi göremiyorlar ki. Belki, Belediye’ ye işim düşerde halledilmez diye hep şirin gözüküyor olabilirler.
Belediye insanların sosyal hayatlarının düzenli gitmesi adına, tüm işlemleri gerçekleştiren bir kurum değilmidir? Evet Fizme Belde Belediyesinde olduğu gibi, Çevremizdeki belediyelerin de, yukarıda bir kısmını dile getirdiğim görevlerini yerine getirmede ki gerçekliğin, yüzde seksen civarın eksik olduğu da ortada dır.
Ben sonuç olarak şöyle diyorum. Belediye İnsanların sosyal hayatlarının düzenli gitmesi adına tüm işlemleri gerçekleştiren bir kurum ise, yetkililer lüffen başlarını kaldırıp baksınlar. Her taraf can çekişiyor. Kendinize değil çevrenize yatırım yapın, insana yatırım yapın ki, kazanasınız, eğer bunları yapmıyorsanız yarın yine seçilseniz de, gerçekten kaybedecek hep sizler olacaksınız.
Şimdilik bu kadar. Görüşmek dileği ile

KUMRU YAZARLARINDAN kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »

Ölümü Tatmak! -Bekir AKKAYA

Geçtiğimiz hafta Kumru Atatürk Pansiyonlu İlköğretim Okulu Türkçe öğretmeni Kumru Ballık Köyünden Şükrü Tevek’in ölümü ile eğitim camiası olarak büyük üzüntü yaşadık. Genç yaşta alışık olmadığımız boğulma sonucu hayatını kaybeden Şükrü Tevek’e Allah’tan rahmet, yakınlarına, eğitim camiasına, dost ve sevenlerine Allah’tan sabırlar niyaz ediyorum.
Şükrü Tevek güzel bir insandı. Öğrendiğimiz bilgiler doğrultusunda suda boğulma hadisesi ile “şehit” olarak ruhunu teslim etti. Namazına büyük özen gösteren kardeşimiz, yine akşam namazını kıldıktan hemen sonra düştüğü Elekçi Deresinde bizim ifade biçimimizle “öldü.” Oysa yine kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’e göre “şehitler ölmez!”
Kelime ve kavramlar anlamlandırılırken o kelimenin orijinali, kelime ve kavramlara anlam kazandırır. İslami kaynaklarda suda boğulanlar “şehit” olarak kabul edilir. “Şehit” kelimesi ise İslami bir kavramdır. Dolayısıyla kardeşimiz Şükrü Tevek şehittir. Allah mekânını cennet etsin.
Her ölüm haberinde beni bir ürperti alır. Ölüm korkutucu ve kurtuluşu olmayan bir sondur hepimiz için. Ve “Her nefis ölümü tadacaktır.” Uyduruk yıl kavramları ve uyduruk sayı kavramları ile doğduğumuz andan itibaren yaşlarımız ilerledikçe o korkunç sona yaklaştığımızı iliklerimize kadar hissederiz. Ama ne yazık ki, “korkunun ecele bir faydası olmadığını” da biliriz. Çevremizde her gün birileri eksilse de unutmaya çalışır, o korkunç sonu hatırlamamak için gayret gösteririz. Bilinmeyen bir anda ve bilinmeyen bir şekilde ya da hemen şimdi “ölmüş” oluruz. Tek dünya kulağımızla duyamayacağımız “sala” da kendi selamız olur. Peki, ölüm bu kadar ürkütücü bir şey midir?
Eğer “kadavra” mantığı ile “ölüm” düşünülürse korkunç bir son, belirsiz bir yok oluştur. Bedenin çürümesi ve dağılması, kurtlara yem olması ve kaybolup gitme… Dünya mantığı ile sonuç korkunç, kabul edilmesi mümkün olmayan bir felakettir.
İlgili ayetin malini tekrar etmekte fayda var. “Her nefis ölümü tadacaktır.” Dikkat edilirse burada “her nefis ölecektir.” Denilmiyor. Ölümü tatmak, ölmek anlamına gelmez. Dolayısıyla “ölümü tatmak” var ama “ölmek yok.” Yani siz ölümün ne olduğunu tadıyorsunuz. Tadış sizde bir şey değiştirmiyor. Herhangi bir şeyi tattığınız zaman nasıl şuurunuzda, idrakinizde bir değişme olmuyorsa, sadece o şeyin ne olduğunu anlıyorsanız,” ölümü tatmak” demek bu bedeni kumanda edemez hale gelmeniz demektir. Bu bedene kumanda edemez hal ise ruhun (özün) bedenden ayrılması sonucu oluşmakta, öz yani ruh ise yaşamını sürdürmektedir.
Bizim öğrendiğimiz türden ölüm yok oluş değildir. Doğmakla da nefisler var olmamıştır. Bütün ruhlar aynı anda yaratılmış ve “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna hep birlikte “Evet sen bizim Rabbimizsin!” sözü ile karşılık vermişlerdir. Dünya hayatı ise yaşamın bir parçası bedenle ruhun bir araya gelmesinden ibarettir. Dünyaya doğmadan önceki hayatı nasıl hatırlayamıyorsak, dünya hayatı içersinde, yanımızdan ayrılanlarla da aynı türden bir bağ kurmamız da dünyevi mantıkla mümkün değildir. Dünya hayatının öncesi ile sonrası arasında bedenen yaşarken bir bağ kurmak aslında mümkündür. Peygamberler ve veliler bu üç boyutlu hayatla iç içedir. Ruhun uygun metotlarla terbiye edilmesi mucize oluşturmasa da “keramet” ya da “istidraç” türünden insan yaşamında farklı bir aralık oluşturacağı kutsal kitaplara göre mümkündür.
Ölüm ruhun bedenden ayrılmasıdır. İnanılsa da inanılmasa da ilk yaratıldığımızdan bu yana hayat devam ediyor ve devam edecek. Ve gerçekte öldükten sonra anlaşılacaktır. Ben inanıyorum ki Şükrü Kardeşim bizden çok daha mutlu ve huzurlu olarak bizleri selamlıyor. O güzel bir şekilde dünya dönemini bitirdi. Zor olan bizim dünya dönemini bitirme şeklimiz.” Allah bizlere de güzel ölümler nasip etsin ve sonumuzu hayreylesin! Kendisine tekraren Allah rahmet etsin diyor, Fatihalar gönderiyorum…
Buluşmak ümidiyle…
Bekir AKKAYA/KARADENİZ HABER POSTASI GAZETESİ

DÜŞÜNCE VE YORUM kategorisinde yayınlandı. Leave a Comment »